avrupa rklkÖzellikle Emperyalist-Kapitalist sistemde baş gösteren ekonomik-siyasal krizin sorumlusu olarak “yabancı” ve göçmenler gerekçe edilip bu kesimler neo-Naziler tarafından hedef gösterilmektedir Ekonomik krizlerin baş göstermesi veya Avrupa’ya göçün yoğunlaşması halinde ırkçıların sosyal tabanı da bu duruma bağlı olarak genişlemektedir
HABER MERKEZİ (13.06.2016)-Avrupa ülkelerinin tümünde karşı devrimci, ırkçı-faşist partiler gün geçtikçe gelişmektedir. Avrupa’nın herhangi bir ülkesine özgü olmayan bu faşist tehlike, gelinen aşamada tüm Avrupa ülkelerini kapsamış durumdadır. Irkçı-faşist partiler değişik isimler altında kurulmakta olup; bağlı bulundukları devletlerin tüm imkân ve olanaklarından faydalanıp bu doğrultuda destek almakta ve siyasi-politik faaliyetlerini ise “açlık ve yoksulluk” vurgusu yaparak milli duygular üzerinden yürütmektedirler.
Özellikle Emperyalist-Kapitalist sistemde baş gösteren ekonomik-siyasal krizin sorumlusu olarak “yabancı” ve göçmenler gerekçe edilip bu kesimler neo-Naziler tarafından hedef gösterilmektedir. Ekonomik krizlerin baş göstermesi veya Avrupa’ya göçün yoğunlaşması halinde ırkçıların sosyal tabanı da bu duruma bağlı olarak genişlemektedir.
Avrupa’da yaşayan ırkçı-faşistler, bugün de “göçmenlik-mültecilik” ve “İslamiyet” argümanlarını kullanarak faşist propagandayı bu iki olgu üzerinden yürütmektedirler.
Daha önce de “yabancılar bizim iş yerimizi almakta, işsizliğin temeli yabancılardır” yönlü ifadelerle propaganda edilmekteydi. Bu argümanları sıkça kullanan neo-Naziler sosyal tabanlarını genişlettiler ve genişletmeye de devam ediyorlar. Bugün Suriye’de sürmekte olansavaşta yerlerini mekânlarını bırakarak en zorlu koşullar altında, buraya kadar yolculuk serüveni içinde ve binlerce ölülerini arkalarında bırakarak Avrupa’ya sığınmak zorunda kalan mültecilerin yerleştiği ülkede nüfus dengesinin değişeceği ve İslam kültürünün yayılacağı söylemleri ile geri kesimi etki altına almıştır-almaktadır neo-Naziler.
Onların kullandığı gerici argümanlar ezilen emekçilerin bir bölümünü zehirlemiştir. Bu gerici, ırkçı neo-Nazi faşist partiler, Almanya başta olmak üzere aynı ideolojik eksen içinde Avrupa’nın değişik ülkelerinde yerel ve merkezi parlamentolara girebilmişlerdir. Son dönemde IŞİD barbarlığının Avrupa ülkelerinde düzenlediği katliam faşist neo-Nazi ırkçı propagandanın kitleler içinde maddi güce dönüşmesine katkı sağlamıştır. “İslamafobi” endişesi ile ezilen kitlenin bir bölümünü, göçmen ve yabancılara karşı düşmanlık biçimine büründürmede önemli bir başarı sağlamışlardır.
Avrupa devletleri Paris ve Belçika’da IŞİD tarafından yapılan toplu katliamları kendi lehlerine çevirerek medya vasıtasıyla göçmen ve mültecilere karşı kin ve nefret yaratmışlardır. Özellikle son dönemde Avrupa’ya sığınmak zorunda kalan Suriyeli mülteciler bazı Avrupa devletleri tarafından girişleri kabul edilmeyerek kendi ülkelerine geri gönderilmiştir, yine bazı ülkeler ise mültecileri toplayarak sınırları kapatarak ülkelerine sokmamış bazı ülkeler ise IŞİD terörü korkusuyla mültecileri günlerce sınırlarda bekletmiştir. Ezilen emekçiler toplu katliam sonucu ölürken; Avrupa’daki kapitalist devletler çekmecede bekletilen ve bugüne kadar çok az uygulanan kanunları gelinen aşamada çekmeceden çıkarmıştır.
Son dönemde yapılan uygulamalara birkaç örnek verilecek olursa; Son dönemde ATİK üye ve yöneticilerinin tutuklanarak Almanya’da yürürlükte olan 129 a-b maddesi kapsamı içinde yargılanmaları, vatandaş olanların basit bahanelerle vatandaşlıktan çıkarılmaları, siyasi düşüncelerin terör kapsamı içerisinde gösterilmesi, Sıkıyönetim uygulamaları, savcının izni olmadan ev baskınlarının yapılması, askeri sokaklara çağırmaları, dernek ve kişilerin takip altına alınması, sorgulanmalar, dinlenme vb. diye sıralanabilir.
Avrupa devletlerinin tüm mültecileri ve göçmenleri hedef alma aymazlığı içine girmesi onların gerçek niteliğini bizlere göstermektedir. Devletin ve bazı finans kuruluşlarının verdiği destekle çok hızlıca gelişen neo-Nazi ırkçı örgütler 2.000 kişiyle geçtiğimiz Mart ayında Berlin merkezinde yürüyüş yapmışlardır. Avrupa’nın 16 ülkesinde faşist partiler parlamentoya girmişlerdir. Bunların bir kısmı şunlardır: Almanya da, Almanya İçin Alternatif (AFD) olarak bilinen ırkçı parti yerel parlamentolara girmiş, gelecek dönemde yapılan seçimlerde merkezi parlamentoya gireceği tahmin edilmektedir. Özgürlükler Partisi (PVV) Hollanda’da üçüncü partidir. 2012 erken yapılan genel seçimlerde yüzde %15, 5 oy aldı. İsviçre’de, SVP adayları mecliste bulunuyor. Danimarka’da Halk Partisi meclise girmiştir. İsveç’te İsveç demokratları parlamentoya girmişti, Avusturya’da Özgürlük Partisi parlamentoya girmiş, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 49,7 oy almıştır.
Üstte belirttiğimiz neo-Nazi faşist partilerin tümü istisnasız halk tarafından sempati ile karşılanan isimlerdir. Kitlelere hoş görünen sol cephede kullanılan adlardır, ikinci dünya savaşı öncesi kurulan faşist partiler de aynı isimleri kullanmışlardır. Kitleleri aldatarak özgürlük, halkçı, demokrat gibi kelimeleri bilinçli tercih etmelerinin altında yatan etmen halkları aldatmaktan öteye gitmemektedir. Kendi niteliğine uygun düşen isimleri kullanmaktan korkan bu ırkçı faşist partiler Hitler’in başvurduğu taktiği kullanmaktalar. Dış ülkelerde özgürlük ve demokrasi dersleri veren Avrupa devletleri kendi ülkelerinde merkezi parlamentoya giren faşist partilere karşı önlem almamaktadır, göçmenlere ve mültecilere saldıran faşist çeteleri yakalamamakta veya kısa sürede salı vermektedir. Alman istatistiklerinin verdiği bilgilerle de bu tehlikenin boyutu görülmektedir. 2015’de ırkçı faşistlerin saldırıları yüzde 34 civarında yükselerek 23 bine varması, faşist saldırıların yükseldiği boyutu bizlere göstermektedir. Sığınmacı yurtlarına 2015 yılında 924 saldırı ve kundaklama yapılmıştır. 151 kişinin sorgulanması 9 kişinin tutuklanması başka bir boyuttur. Irkçı faşist partiler üstte belirtiğimiz partilerle özdeş değildir, daha önce de değişik isimler altında ırkçı faşist partiler kurulmuştur, bu partiler yalnızca birer figürandır, aynı ideolojik eksen içinde değişik isimler altında kurulan faşist partilerin devletin politikasının sonucu doğduğu açıktır. Gelinen süreçte Avrupa’da yaşayan ezilen emekçiler gerici ırkçı faşist tehlikeyle karşı karşıya kalmışlardır, bu tehlikeyi sokaklarda görebildiğimiz kadar devlet kurumlarında da görebiliyoruz.
Devlet dairelerinde özellikle göçmen-mültecilere karşı çıkartılan zorluklar, ırkçı kişilerin bu alanlara yerleştirildiğinin sonuçlarındandır-yansımalarındandır, bu tehlikeli durumu daha önce de yaşadık. Münih kentinde süren neo-Nazi mahkemesinde Alman istihbarat örgütlenmesi içinde çalışanlar ve polis şeflerinin neo-Nazi faşist kişilere nasıl destek sundukları açığa çıktı. Yılan hikâyesine dönen bu mahkeme olaylarının arka planı aydınlanmayarak süreci geçiştirip gülünç cezalarla geçiştirilecektir. Burjuvaziden çok ayrı bir tavır beklemek tabiatına aykırıdır. Avrupa’da yaşayan işçi ve emekçilerin bu gelişmeye kayıtsız kalmaları beklenemez, ırkçı tehlike sadece göçmenlerin ve mültecilerin başındaki bela değildir; Avrupa’da yaşayan emekçi ve işçilere karşı da tehlikedir. Emek cephesinde olan herkes sokak ayağını unutmayarak sistem içinde doğru bulduğumuz tüm kurumlar içinde örneğin yabancılar meclisi, sol partiler içinde çalışarak devrimci-demokrat adayları yerel ve merkezi parlamentoya göndermeleri gibi çalışmalar içine girmeli, bu alanı ırkçı faşist partilere bırakmamalıdır. Bazı alanlarda yerel parlamentoda olan devrimci-demokrat ve yurtseverler bu sorun üzerine eğilerek faşist örgütlerin gelişmesini sağlayan devlet politikasını eleştirmeli, özel kampanyalar geliştirmelidir. Avusturya’da ırkçı faşist partinin Cumhurbaşkanı adayının seçimlerde yüzde 49 civarında oy alması bizlere bu tehlikenin boyutunu şimdiden göstermelidir. Dolayısıyla Avrupa’da yaşayan ezilen emekçiler olarak vakit kaybetmeksizin, ırkçı faşist kurumlara karşı birlik ve beraberliği sağlamalıyız.
http://www.halkingunlugu.net/