Rojava’dan Şengal’e, Filistin’den Ukranya’ya; İşgal, Katliam ve Direniş
Uzun zamandır zulmün her çeşidini yaşayan bu bölgedeki mazlum halklar, bugün de IŞİD denen çetenin insanlık dışı uygulamalarına maruz kalmaktadırlar. IŞİD çeteleri; istila ettikleri topraklarda Alevi, Türkmen, Ezidi ve Kürtl halkından kadınları ve çocukları kaçırarak zorla müslüman yapmakta, bir saatlik nikâhlar yaparak tecavüz etmekte, genelevlerde IŞİD çetelerine armağan olarak sunmakta, pazarlarda zengin arap şeyhlerine seks kölesi olarak satmaktadırlar. Bu vahşetten “şans eseri” kaçmayı başarabilenler ise, yollarda 50 derece sıcak altında susuzluk, açlık, salgın hastalık ve tıbbî malzeme yokluğundan (özellikle de çocuklar ve yaşlılar) ölmekteler. Yolda yanında ölen oğlunu – kızını- annesini – babasını gömmeye dahi fırsat bulamamış, gözünün önünde çığlık çığlığa tecavüze maruz kalan kızı için hiçbirşey yapamamış ananın, IŞİD çetelerinin eline geçmemek için el ele tutuşarak kendilerini uçurumdan atan genç kadınları görenlerin yaşadıkları travmalar nasıl dindirilebilinir ki? Hemen Türkiye sınırında çığlıklarını duyduğumuz ve kabullenmesi mümkün olmayan bu acıların esas sorumlusu emperyalistler ile onlara uşaklıkta sınır tanımayan TC, Katar, Arabistan, vb devletlerdir.
“Kâr, tekrar kâr, tekrar tekrar kâr” esasına göre kurgulanmış kapitalist sistem, son çırpınışları içinde çok daha acımasızlaşmış, saldırganlaşmış, ömrünü biraz daha fazla uzatabilmek telaşı içinde, ezilen halklara her türlü yaptırımı, acıyı reva görmektedir. Emperyalist dünyanın burjuvazisinin acımasızlığına, çıkar kavgasında pastadan en büyük payı alabilme yarışında çevirdikleri dolaplara; ortaya saçılan dinleme belgeleri ile şahit olurken, emperyalizmin demokrasi ve bağımsızlık anlayışının ne kadar ’’göreceli’’ olduğu da bir kez daha açığa çıkmıştır.
Emperyalizm sadece ekonomik anlamda krizde değil, aynı zamanda fütursuz rekabetin yıkıcı gücü altındadır. Bugün emperyalistler arasındaki çelişkiler yeni bir dünya savaşına yol açmasa da giderek kızışıyor. Kâr ve sömürü üzerine kurulan emperyalist sistemin içinde yer alan tek tek emperyalist güçler, aynı zamanda dünyayı tek başına yönetmek için aralarında yoğun bir mücadele de veriyorlar. Bu rekabet mücadelesinde çıkarları aynı olan güçlerin kendi aralarında bloklaştıklarına dünya defalarca tanıklık etmiştir.
Emperyalist sistem 2008’de girdiği büyük ekonomik krizden çıkış yolu olarak yeni pazar alanları yaratarak krizi atlatmak istiyor. Bunun için pazarlar yeniden paylaşılıyor. Emperyalistlerin mevcut pazarları yeniden paylaşmak için seçtikleri coğrafi alanlar uzun vadede Asya ve Pasifik olsa da Ortadoğu ve Kafkaslar gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Bunun en önemli nedeni bölgenin enerji kaynakları ve jeo-stratejik konumu olmakla birlikte, bölgedeki çeşitli, çelişkilerin tarihsel arka planlara dayalı keskinliği bu kapışmanın sürdürülmesine neden olmaktadır.
Emperyalistler arasındaki bloklaşmada ABD yanına aldığı İngiltere’yle hareket ederken, Rusya Şangay İşbirliği Örgütüyle, Japonya ve Avrupa Birliği de kendi başlarına bir blok olarak bu rekabet mücadelesinde yerlerini almaktadırlar. ABD ve Avrupa Birliği birbirlerinin rakibi olsalar da, Rusya’ya karşı bir koalisyon oluşturmuş durumdalar. Ukrayna, öteden beri emperyalistlerin önemli bir rekabet alanı oldu. Enerji kaynaklarının güzergâh yolu ve geniş bir pazar olması her zaman emperyalistlerin iştahını kabartmıştır. Rusya Ukrayna’yı kendi arka bahçesi gördüğünden bu bölge üzerindeki hegemonyasını her şeye rağmen sürdürme peşinde. Nitekim ABD, AB’nin Ukrayna’yı Avrupa Birliğine alma çabalarını boşa çıkardı. Rus nüfusun oldukça yoğun yaşadığı bu bölgede, Rusya kendi yandaşlarını harekete geçirmede gecikmedi. Ukrayna’ya bağlı Kırım’da sözde referandumla, Kırım’ın Rusya’ya katması ile başlayan süreç, Ukrayna’nın doğu kesimlerinde, Donetrsk ve Lugansk’ta birçok bölgeyi elinde tutan Rus yanlısı ayrılıkçılar ile Ukrayna devleti arasındaki çatışmalar olarak devam ediyor. Son NATO toplantısında, Rusya’ya karşı yeni yaptırımların tartışıldığı ve Ukrayna’nın Rusya’dan koparılması hamlesini, Rusya, Ukrayna’yla yaptığı barış anlaşmasıyla boşa çıkardı.
Emperyalistler arası rekabetin en şiddetli sürdüğü coğrafya Ortadoğu’dur. Irak’ta süren iç savaş, Suriye’nin Esad’tan arındırılması hamlesi, İsrail’in Filistin’e yaptığı saldırı, tüm bunlar Ortadoğu coğrafyasında suların kolay kolay durulmayacağını gösteriyor.
Ortadoğu onyıllardır emperyalistlerin ilgi alanı. Bu coğrafyadaki petrol var olduğu müddetçe de bu ilgi azalmayacaktır. Petrole bağlı olarak diğer enerji kaynakları ve bu kaynakların geçiş güzergâhı olan bu coğrafya’da, kaybeden hep ezilen mazlum halklar olmuştur. Milyonlarca insan işgal ve iç savaşta hayatını kaybetti, evlerinden oldu, varlık içinde yokluk çekti.
2003 yılında ABD emperyalizmi Irak’ı işgal ettiğinde, bugün yaşananlar ta o günden görülmüştü. Irak işgali ABD’nin yeni Ortadoğu politikasının ilk test edilmiş biçimiydi. İşgal savaşlarının ortaya çıkardığı bir gerçek var ki; savaş; yıkım, gözyaşı ve katliam demektir. ABD, Irak’ı işgal ettiğinde her tarafı yerle bir etti. Şehirler yıkılmış, milyonlarca insan yerlerinden olmuş, yoksulluk hat safhaya varmıştı. Ama başta ABD olmak üzere, emperyalistler çok yönlü kazanmaya devam ediyorlardı. Savaş öncesi ve sürecinde sattığı silahlarla muazzam bir kâr elde ederken, savaş sürecinde hayatî tehlikeden dolayı başka ülkelere göç etmek zorunda kalanlar, yaşamlarını idame ettirebilmek için en ucuz bir şekilde çalıştırılarak emek gücü en katmerli bir şekilde sömürülürken, emperyalistlerin kârları yine katlanmaktadır. Savaştan sonra da, savaşta bombalarla yakıp – yıktıkları ülkeyi “onarmak” adına inşaat sektörleri ile gelerek yine kârlarını katlamaktadırlar. Kısacası savaş ezilen halklar için ölüm, zulüm, gözyaşı demek olurken, emperyalistler için kâr üstüne kâr demektir. Zaten kapitalizmin doğası bu değilmidir?
Neydi ABD’nin yeni Ortadoğu politikası?
ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesinin ilk adımı 1998 yılında Clinton döneminde atıldı. Proje ‘’21. Yüzyılı Şekillendirme’’ olarak açıklandı. ABD, bu yeni projesini hayata geçirmek için adeta kendisi için doğacak bir fırsatı bekledi. En uygun tarih olarak ‘da 2001 yılında ABD’ye yapılan ikiz kulelere saldırı sonrası daha da genişletilmiş olarak tüm dünyaya açıklandı. İlk adım olarak da Afganistan işgal edildi
ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi, pazarların yeniden paylaşılması projesidir. ABD, Ortadoğu’da bir dönemler birlikte çalıştığı, hatta bir kısmını kendisinin besleyip büyütmesine rağmen, kendisi için artık fazla bir şey ifade etmeyen birçok ülkedeki diktatörü gözden çıkartarak hedef tahtasına koydu. Irak, Libya, Suriye, İran bu ülkelerin başında geliyordu. Arap Baharı ile bu ülkelerin birçoğunun hedef seçilmesi, bugün açısından daha iyi anlaşılmaktadır.
2003 yılında çerçevesi iyice netleşen BOP projesi, 2004 yılında Davos’ta ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney tarafından dile getirildi. Bu projeye göre ABD’nin hedefleri; ‘’bölgeye demokrasi getirmek, İsrail Filistin sorununu çözmek, Ortadoğu ülkelerinde siyasal ve ekonomik ortamlara destek sağlamak’’ olarak açıklansa da, esas hedefi Ortadoğu’da yeniden hâkim bir güç olma savaşı olduğu açıktı.
Nitekim 2005-2009 yılları arasında ABD Dışişleri bakanlığı görevini yapmış olan Condoleezza Rice, daha bu göreve gelmeden önce, 2003 yılında Washington Post gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, “Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar tam 22 ülkenin rejim sınırlarının yeniden değişeceğini” vurguladığında, bugünleri işaret ediyordu. ABD’nin BOP projesi sadece Ortadoğu ile sınırlı kalmamış, bu proje Afrika’yı da içine alacak şekilde genişletilmiştir.
Bu projenin bir yönelimi olarak ABD bölgesel çıkarları için “ılımlı İslam” modeli ekseninde uzun zamandır bir çalışma yürüterek, Sünni çizginin bölgede esas eğilim olmasını sağlama peşindeydi. Bu doğrultuda Türkiye “model ortaklık” adı altında uzun zamandır bu görevi yerine getirme peşindedir. Ancak çıkar ilişkilerinin mezhepsel ilişkilerle egemenlik sağladığı, kimin eli kimin cebinde olduğu anlık ve saatlik değiştiği Ortadoğu’da, Sünni inanç arasındaki farklılıkları bir potada toplayarak harekete geçirmek kolay olmamıştır. Bu noktada bir çok İslami örgütlere destek verilse de, istenilen sonuç elde edilemediği için bunların içinde öne çıkan IŞİD gibi örgütlere tam destek verilerek belirlenen politikalar bu örgütler üzerinde uygulamaya konulmaya çalışılmıştır. Besleyerek büyüttükleri bu örgütler, bugün emperyalistlerin çıkarlarına dokunmaktadır. IŞİD saldırılarını gerekçe gösteren ABD ve müttefikleri, Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek üzere Irak’a dönme gereği duymuşlardır.
Peki, son birkaç aydır bu kadar korkulan, insanların kafalarını keserek futbol oynayacak kadar vahşileşen, kendisi dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımayan bu gerici, barbar, faşist örgüt kimidir? Ve Nasıl kurulmuştur?
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Irak ve Suriye sınırları içinde faaliyet yürüten gerici bir İslami örgüttür. IŞİD 2003 yılında Irak’ın işgal edilmesi sonrasında kuruldu Başlarda El-Kaide’nin bir kolu olarak faaliyetlerini sürdüren IŞİD’in kurucusu, Ebu Musad Zekavi’dir. Zekavi’nin öldürülmesinden sonra, örgütün başına Ebubekir El Bağdadi getirildi. ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve ABD Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) eski çalışanı Edvar Snovden, IŞİD’in ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu elindeki belgelere dayanarak söylemektedir. Bu örgüt esas olarak Sünni kesime dayanmaktadır. Şeriat’ı benimseyen ve Irak’ta Musul işgalinden sonra halifelik ilan ettiğini açıklayan IŞİD, kendisi dışındaki hiçbir inanç grubuna hayat hakkı tanımamaktadır. Açık bir mezhep çatışması da yürüten IŞİD, Şii, Ezidi, Alevi ve Hıristiyan inancına mensup olan binlerce insanı katletmekten geri kalmadı. Tam bir vahşet uygulayan IŞİD, Şengal’de binlerce Ezidi inancına mensup insanı katletti. Binlerce insanın IŞİD saldırılarından kaçarak günlerce aç ve susuz dağlarda can pazarında mücadele verdiği günlerde, emperyalistler timsah gözyaşları dökerken, Ezidilerin imdadına Kürt (PKK) yurtsever güçler yetişti.
Son gelişmelere yakından baktığımızda ise, karşımızda emperyalistlerin yeni saldırı politikalarını görmekteyiz. NATO toplantısı bu saldırı planlarının yapıldığı yakın dönemdeki en son toplantıdır.
4 Eylül’de İngiltere’nin Galler Newport kentinde düzenlenen NATO toplantısında, Ortadoğu ve Ukrayna’daki gelişmelerle ilgili bir dizi kararlar alındı. Emperyalist ülkeler ve onların uşakları durumunda olan Türkiye gibi ülkelerin neredeyse hiçbir etkisinin olmadığı NATO ve benzeri toplantılarda, esas olan emperyalistlerin istedikleri kararların çıkmasıdır. 4 Eylül’deki NATO toplantısı da, emperyalistlerin arzuları doğrultusunda sonuçlandı.
Ukrayna sorununda Rusya ile ilgili yeni yaptırım kararları alınarak Rusya’nın bu bölgeden geri çekilmesi hesaplandıysa da, ABD emperyalist bloğunun bunda başarılı olamadığı açıktır. Rusya’nın Kırım’ın Ukrayna’dan koparılarak kendi topraklarına bağlanması ve NATO karanının ardından Rusya ile Ukrayna arasında imzalanan barış anlaşması, bir kez daha Rus emperyalist gücünün üstünlüğüyle ilerliyor.
NATO’nun aldığı bir diğer karar da, Irak’ta kendi çıkarlarını tehdit eden IŞİD’le ilgili kararıdır. NATO toplantısı bittikten sonra, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen ‘’Uluslararası toplum, bu tehlikeli örgütü durdurmak için elinden geleni yapmakla yükümlüdür.’’ açıklamasına şunları da ekledi; ‘’Irak hükümeti talep ederse, Irak’ta savunma kapasitesi geliştirme misyonu oluşturmayı değerlendirmek için hazır olmaya karar verdik’’ … NATO’da alınan karar gereği, bu sefer ABD ve müttefiklerinin çıkarlarına uygun olarak, ABD, hava saldırıları dışında kendisi için savaşacak taşeron ülkelere yeni görevler biçti. Türkiye, Katar, Mısır ve Suudi Arabistan kara harekâtı için görevlendirilmek istenen ülkeler olarak tespit edildi. İran, yeni konseptte yer almak istemesine rağmen, mezhep çatışmasından kaynaklı olarak, ABD ve diğer emperyalist güçlerce şimdilik devre dışı bırakılmış görülüyor.
Bilindiği gibi ABD’nin İran’ın devrilen Maliki hükümeti ile ilişkileri iyiydi. Oysa son durumdan, çıkarları tehdit edildiği için rahatsız. Bu nedenle Maliki’nin düşürülmesinden sonra İran faktörü zayıflatılıp devre dışı bırakıldı. Nitekim Paris’te yapılan zirveye İran çağrılmadı ve ABD bunu, “İran’la işbirliği yapmamak” olarak açıkladı.
ABD; NATO’da diğer müttefiklerine kabul ettirdiği biçimiyle IŞİD’e karşı dört aşamalı bir plan önermiş ve bunu Paris’teki toplantıda bir kez daha onaylatmıştır.
Paris’teki toplantıda 30 ülke, IŞİD’e karşı ‘’mücadelede’’ ABD’ye destek vereceğini açıkladı. Koalisyon içinde Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri yer alıyor. Dışişleri bakanları Paris toplantısı öncesi Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde yapılan toplantıda IŞİD’e karşı müdahaleyi içeren bir ortak metne imza atarken, Türkiye ise, bu ortak metne imza atmamasına rağmen, İncirlik askeri üssünün kullanılabileceğini taahhüt ettiğini belirtmiştir. Türk devletinin kendi hassasiyeti olarak belirttiği İŞİD’in elindeki 49 rehinenin kurtarılmasının esas gerekçe olmadığı, esas nedenin IŞİD’in Türkiye eliyle büyütülmesi olduğu biliniyor. Rojova’daki Kürt ulusal hareketinin temsilcisi PYD’nin yaptığı açıklamada; ‘’Tük devletinin asıl korkusu; Rojava ve Irak’ta IŞİD’e karşı etkili bir direniş sergileyen Kürt Özgürlük Hareketi’nin bölgede önemli bir aktör haline gelmesiyle, Ortadoğu’nun yeni haritasında bölgenin hegemonu olma şansıdır”. dedi.
Emperyalistlerin böl, parçala, yönet politikası Ortadoğu’da bir kez daha hayat buluyor. IŞİD adlı gerici örgütün bizzat Müslüman devletlerce etkisiz hale getirilmek istenmesinin ardındaki politik argümanlar iyi okunmalıdır. Bir halk deyimiyle ‘’Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma’’yı amaçlayan ABD ve diğer emperyalist güçler, kendileri adına savaşan bu ülkelerin işi bittikten sonra devre dışı bırakılarak Ortadoğu’ya hâkim bir güç olarak bu bölgeyi yönetmek istedikleri açıktır. Katar ve Suudi Arabistan’ın kara harekâtında şimdilik yer almaları, çeşitli nedenlerden dolayı mümkün olmamakla birlikte, bu ülkelerin diğer lojistik desteklerle ABD’nin işini kolaylaştıracakları açıktır. IŞİD’in birçok Müslüman ülkede bir taban bulduğu, bu ülkelerden kendisi için ‘’savaşçı’’ devşirdiği biliniyor. Olası bir kara harekâtında IŞİD’in bu ülkelere karşı saldırılarda bulunma ihtimali oldukça güçlüdür.
ABD, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde yeni bir strateji geliştirmiş bulunuyor. ABD başkanı Obama, 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere yapılan sadırıların 13. Yıl dönümünde, IŞİD’e karşı hazırlanan dört aşamadan oluışan yeni planı şöyle açıkladı. 1- ‘’Sistematik Hava saldırıları’’, 2- ‘’IŞİD İle Savaşanlara Destek’’, 3- ‘’Terörle Mücadele’’ ve 4- ‘’İnsani Yardım’’! ABD böylece; 1991 Körfez savaşı, Afganistan ve 2003 yılında Irak’a karşı yapılan saldırıların ardından, bölge ve ülkelere yerleşme stratejisini değiştirdiğini açıklamış oldu. Buna göre yeni strateji; ABD’nin belirlediği plan çerçevesinde, inisiyatifin kendisinde olduğu hava saldırılarına bağlı olarak, parasal ve silah yardımı yaptığı ülkelerin kendi adına savaştırılmasını içeriyor. Bu planın bir parçası olarak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine silah yardımı yapılmasının arkasında yatan neden de budur.
ABD, Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere, Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan Peşmerge’ye silah yardımı yapma kararı aldılar. Alınan karara uygun olarak bu silahlar parça parça Irak’a gönderilerek Peşmerge’nin cephede savaşması sağlanıyor.
Almanya, Başbakan Angela Merkel başkanlığında bir araya gelen bakanlar kurulu toplantısında, IŞİD’e karşı savaşta kullanılmak üzere dört bin Peşmerge’nin silahlandırılması kararını aldı. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü yaptığı açıklamada ise, Irak’taki Kürtlere silah sevkiyatının başladığını açıkladı. Avustralya, İran, İngiltere de silah yardımı yapan diğer ülkeler olarak listede yerlerini aldılar. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani de gelişmeleri doğrulayarak, ABD ve diğer müttefiklerini acil olarak kendilerine silah yardımı yapmaya çağırmıştı.
Yapılan silah yardımlarının Kürtlerin çıkarına olduğu görüntüsü verilse de, bunun uzun vadede Kürtlerin çıkarına olmadığı açıktır. IŞİD adlı gerici örgütün, Suriye’de kendi adlarına savaştırıldığı dönemde seslerini çıkartmayan, Rojava’da Kürtlere saldırdığında insani yardımın ‘’Y’ sini dahi akıllarına getirmeyen emperyalistler; Irak’ta kendi çıkarları tehlikeye girdiğinde birden bire IŞİD tehlikesini görüp Kürtlere silah yardımı yapmaları, uzun vadeli planlarının bir parçasını oluşturuyor. Verilen silahların bir bedeli olacaktır. Emperyalistlerin, IŞİD tehlikesini kendi lehlerine gerilettikten sonra, dizayn edilen Ortadoğu’da Kürtleri sadece kendi çıkarlarının elverdiği ölçüde dikkate alacakları açıktır. Nitekim Irak Kürdistan Özerk Bölgesinin ‘’bağımsızlık ilan’’ etmeye hazırlandığı bir aşamada, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin ardından ABD Kürtlere, merkezi Irak hükümetiyle hareket etmesini söyleyerek bağımsızlık fikriden şimdilikte olsa vazgeçirmiştir. Kürtlerin kimseye dayanmadan tek başlarına IŞİD saldırılarını püskürtecek güçleri vardır. Emperyalistlerin sözde insani yardımlarının bir göz boyama olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye’nin NATO kararına itiraz ediyor görünmesi, bağımsız bir politik hat çizmesinden değildir. Türkiye’nin Suriye iç savaşında Özgür Suriye Ordusunu desteklediği, her türlü lojistik destek verdiği biliniyor. IŞİD, El Nursa ve benzeri İslami örgütlerin Türkiye’de eğitilmesi, örgütlenmesi ve savaşmak için insanların Suriye’ye gönderildiği, yaralıların Türkiye’de tedavi edildiği, artık kamuoyundan dahi gizlenme gereği duyulmamaktadır. Suriye’de beslenerek büyütülen IŞİD adlı gerici örgütün, Irak’ta Türkiye’nin de çıkarına geldiği biliniyor.
IŞİD Irak’ta Musul bölgesini ele geçirdikten sonra, diğer şehirlere ilerlediği dönemde, bir yandan da Suriye’de Kürtlerin ele geçirdiği ve özerk bölge ilen ettikleri Rojova’ya saldırmaları Türkiye’nin öteden beri arzuladığı bir gelişmeydi. Bugün IŞİD esas güçlerini, Kürtlerin özerk bölge ilan ettiği ve Rojava bölgesine geçiş alanı olan Kobani’yi ele geçirmek için yönlendirmiştir.
Türkiye Rojova’da Kürtlerin özerklik ilan etmesini kendi çıkarlarına uygun bulmamaktadır. Bu bölgenin diğer Kürt coğrafyasını etkileyeceği, bu etkinin Türkiye Kürdistanı’nı da kapsayacağı, ulusal bilinci geliştireceği bilindiği için, Rojova’nın düşmesi, ya da etkisiz hale getirilmesi istenmektedir. IŞİD’in desteklenmesinin arkasındaki esas nedende budur. IŞİD, aldığı destekle Rojova’da Kürtlere saldırmasına, katliamlar yapmasına, insanları kaçırıp infaz etmesine ve bazı köyleri ele geçirmesine rağmen, Rojava direnişi tüm görkemi ile bu bölgenin düşmesine izin vermemektedir.
Türk hâkim sınıfları, Rojava’da sadece IŞİD’i kullanmamış. Irak Kürdistan bölgesel yönetiminde yer alan Barzani’nin de, Rojava Kürtlerine tavır almasını sağlamıştır. Barzani; Rojava’da etkinliğini artırmak ve zamanla bu bölgeyi kendi denetimine almak için başından beri PYD ile arasına mesafe koymuştur. IŞİD’in Rojava’ya saldırıları gündeme geldiğinde, hiçbir yardımda bulunmadığı gibi, Rojava ile Irak Kürtlerinin dayanışmalarını kesmek ve yardımların bu bölgeye ulaşmasını engellemek için sınır denetimlerini daha da artırmıştır.
Ortadoğu coğrafyasında çözülemeyen bir başka çelişki de Filistin İsrail çelişkisidir. 1948 yılında Filistin topraklarının bir bölümü içinde kurulan İsrail Devleti, ABD, İngiltere ve Batılı emperyalistlerin de desteğiyle, İsrail Filistin topraklarındaki işgalini genişleterek büyük bir hâkimiyet kurdu.
Filistin Ulusal Mücadelesi, Filistin burjuvazisinin uzlaşmacı politikaları sonucu, 29 Kasım 2013 günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda; Filistin’e ‘’üye olmayan gözlemci devlet’’ statüsünün verilmesi ile, Filistin ulusal sorununun sona erdiği, İsrail – Filistin çelişkisinin çözüldüğü imajı yaratılmaya çalışıldı. Gerçekte olan ise; Filistin ulusal mücadelesini, Filistin burjuvazisinin öncülüğünde emperyalistlerin istediği seviyeye getirip, İsrail’in de razı edildiği bir şekilde, ‘’devleti olmayan, devlet’’ statüsünde tutmaktır. Fakat İsrail bunu bile tanımadı ve saldırılarına devam etti. 2 Temmuz 2014 tarihinde havadan, 18 Temmuz’da ise kara operasyonuyla devam eden saldırlar da 2000’e yakın insan hayatını kaybetti. Binlerce insanın sakatlandığı, binlerce yerleşim yerinin yerle bir edildiği İsrail saldırılarına karşı Filistin halkı direnmeye devam ediyor. İsrail saldırılarının şimdilik durması, hiçbir şey ifade etmiyor. Filistin bu statüde kaldığı müddetçe İsrail saldırılarına hedef olacaktır.
Ortadoğu’nun en büyük sorunlarından biri de Kürt ulusal sorunudur. 1923 yılında Türkiye, Irak, Suriye ve İran arasında paylaştırılan Kürdistan topraklarındaki ulusal mücadele öneminden bir şey kaybetmeden devam etmektedir. Irak’ta Kürt Özerk Bölgesinin kurulmasıyla, devlet olmayan devlet statüsünde varlığını sürdüren Irak Kürtlerinin bağımsızlık hamlelerine çeşitli nedenlerle sıcak bakılmamaktadır. Başta Türkiye olmak üzere, bölge gerici devletleri bağımsızlık kararının kendi ülkelerindeki Kürtleri etkileyeceğini düşündüklerinden, şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Suriye iç savaşı sürecindeki gelişmeleri, kendi lehlerine iyi kullanan Suriye Kürtleri, Rojava’da özerklik ilan ederek bu bölgenin yönetimini ellerine geçirdiler. Bunun kabul gören bir hamle olmadığı biliniyor. En başta Türk hâkim sınıfları, Rojava’nın düşmesi, için ellerinden gelini yapmaktadır. İran’ın da Rojava’ya sıcak bakmadığı, desteklediği Esad rejiminden bilinmektedir. Türkiye Kürdistan’ında Kürt ulusal hareketinin 30 yılı aşkındır verdiği ulusal mücadeleyle Türk devletini köşeye sıkıştırıp, Kürt varlığını kabul ettirmekle birlikte, faşist Türk devletinin Kürtler üzerindeki baskıları devam etmektedir. Anadilde eğitim talebini sürekli gündemleştiren Kürt ulusal hareketi, halkın da desteğiyle Diyarbakır’da inşa ettiği okulların Türk devletince kapatılması ve halka saldırmasıyla bir kez daha açığa çıktı ki, Türk devleti sadece kendisinin çizdiği sınırlar içinde ‘’bir özgürlük’’ tanımak istiyor.
Bugün Kürt halkının bölgede en örgütlü, mezhepsel karakterden uzak yapısı ile ulusal kazanımlarına yeni olanak sunan koşullardan faydalanması ve bölgenin tüm dengesini bozacak özelliklere sahip olmasından dolayı, emperyalistleri zorlayan bir durum olmaktadır. Kürtlerin örgütlenme sonucunda gelişen ulusal bilinci ve mücadele ederek elde ettikleri kazanımlar, emperyalistlerin zorunlu olarak dikkate almaları, göz ardı etmemeleri gereken bir durumu ortaya çıkarmıştır.
Bu bölgede yaşanan savaşta, Kürtlerin özerklik ilan ettiği kendi topraklarını IŞİD’e karşı aktif bir şekilde müdafaa ederek korumalarıyla, siyasal bir güç olma etkileri daha da genişlemiştir. Bu durum, Kürt ulusal haklarının ve siyasal taleplerinin artık engellenemeyecek noktaya gelmesinin bir vesilesi olurken, emperyalistleri, ezen ulus egemenlerini eski tarzdan vazgeçmeye hızla zorlamaktadır. Bugün emperyalistler bölgede yaşanan bu çelişkiyi kendi çıkarlarına hizmet edecek bir şekilde çözme peşindedirler.
Ortadoğu coğrafyasında ilerici ve yurtsever güçler arasında birlikte iş yapma, güçlerini bir araya getirme konusunda önemli derecede bir zayıflık var. Bunun kısa zamanda kırılmayacağı görülmekle birlikte, bu coğrafyadaki tüm ilerici, devrimci ve yurtsever güçlerin bir araya gelerek ortak bir hareket planı çıkarmaları artık şarttır.
Ortadoğu’da IŞİD saldırılarının gündeme gelmesinden sonra, emperyalistler mezhep savaşlarını körüklemek için yeni senaryolar geliştiriyorlar. Ortadoğu halkları için en büyük tehlikelerden biride budur. Emperyalistlerin böl parçala yönet stratejilerine uygun olarak, uygun zeminler bulduklarında bu çatışmaları körükledikleri ve hatta yönettikleri bilinmektedir. Afrika’da Müslüman ve Hıristiyan çatışması bunun en somut örneğidir. Ortadoğu bu çatışmalar için en uygun bölgelerden biridir. Müslüman inancının yanında, Aleviler, Hıristiyanlar, Ezidiler’in yaşadığı bu coğrafyada, Müslümanların bile kendi içinde Sünni, Şii olarak ayrıştığı düşünüldüğünde, mezhep çatışmalarına ne kadar uygun olduğu daha iyi anlaşılabilir. Yüzyıllarca birlikte yaşayan çeşitli halklar ve inanç grupları, emperyalistlerin kışkırtmaları sonucu birbirlerine düşürülmüş ve emperyalistler yönetmek için hep ‘’kurtarıcı’’ olarak gelmiştir. Ortadoğu’da anti-emperyalist mücadelenin zemini oldukça güçlüdür. Ortadoğu’da mezhep kavgalarının, sömürü ve yoksulluğun tek sorumlusu gerici devlet yönetimleri ve onların ağababaları emperyalistlerdir. Bu belalar bu coğrafyadan sökülüp atılmadıkça Ortadoğu’da sular kolay kolay durulmayacaktır.
Yaşadığımız coğrafya olan Avrupa kıtasındaki emperyalistler, bugün Ortadoğu’da yaşanan bu vahşet ve katliamdan sorumlu oldukları gibi; bu bölgede yaşanan savaştan dolayı göçe zorlanan binlerce masum insanın bu göç yolunda açlıktan, susuzluktan ve tıbbî yoksunluktan ölmelerinden de sorumludurlar.
Ortadoğu’da yaratıkları bu tablodan farklı şekillerde nemalanan Avrupa emperyalistleri, bu savaştan kaçarak kurtulmak isteyen göçmenleri de, Akdeniz sularında boğarak katletmektedirler. En son olarak, Avrupa’ya gelmek isteyen 500’ün üzerinde göçmenin bindikleri tekne batırılarak diri diri Akdeniz sularına gömülmüştürler. Yaşanan ekonomik krizlerin nedeni olarak topluma göçmenler maniple edilerek ırkçılık ve ayrımcılık yaygınlaştırılırken; İslami fobi politikaları ile de, Afrika ve Ortadoğu gibi farklı ülkelerden gelen göçmenleri de potansiyel suçlu göstermektedirler.
AB emperyalistlerinin uyguladıkları bu ırkçı ve ayrımcı politikalar, besleyip büyüttükleri IŞİD gibi örgütlere bu coğrafyada örgütlenme zemini açmaktadır. Bugün Avrupa’da binlerce genç insanın IŞİD’e katılmasına vesile olan en önemli neden, uygulanan bu ırkçı ve ayrımcı politikalardır.
Avrupa’da mücadele yürüten anti-emperyalist demokratik bir kurum olarak, emperyalistlerin uyguladıkları bu insanlık dışı politikaları boşa çıkartmak için, başta Türkiyeli göçmenler olmak üzere, tüm ezilen mazlum halkları örgütlü mücadeleyi yükseltmeye davet ediyoruz. Bugün Ezidi halkının yaşadığı dramla dayanışmayı yükseltmeyi, Rojava direnişinin her yerde sesi olmayı bir insanlık görevi olarak kabul edip dayanışmayı en üst noktaya taşımaya çağırıyoruz.
ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu)
No comments:
Post a Comment