International
Symposium on Prisons, Istanbul, 26-27 April 2014-05-06
Presentation by the
organizers
The first time when
the bourgeoisie attacked by imprisoning people was in 1596 in
Amsterdam. This kind of attack or praxis was named the “Flemish
model”. The imperialists and their collaborators attack, imprison,
and give heavy punishments like death penalty to the revolutionaries
and patriots in order to protect their heaven, which is created over
the exploitation of labor and nature. Including US imperialism
the western imperialists want to hinder the advancement of socialism
and for this reason the ruling classes have increased their
aggression on class struggle including national and social liberation
struggles. Further they use practices on revolutionary and patriotic
prisoners in countries that they have occupied like the US in Iraq in
the Abu Gahrip prison or Guantanamo, but this is just an example.
One of the first countries that implemented the isolation and
Tretman policies that were used against the prisoners in Korea in
1950 was the US. Today it is used in an extended way all over
the world. In 1970 it was used in Germany against RAF
militants, in England in the 1980’s against IRA militants. In
Turkey many year the plans of the state to bring the isolation system
into the country failed due to the resistances of the political
revolutionary prisoners, but in the year 2000 the state made a
massacre on December 19th
and with this massacre the F-type prison system was implemented. The
essence of this policy is to isolate, weaken, and enforce obedience,
de-personalize and take the identity of the prisoners and finally
make them capitulate. We have witnessed many long and honorable
resistances in our country. Especially after the military coup in
September 12th
1980 in the dungeons of Diyarbakir and other prisons many
revolutionary opponents stood against death, torture etc. that period
which can be considered the most darkest page of the prison history
in our country made the prisoners lay a significant milestone for the
traditions of rebellion by resistances, hunger strikes, death
fasting. 1989 Eskişehir-Aydın, 1995 Buca massacre, 1996 Diyarbakir
massacre, January 4th
1996 Umraniye massacre, 1996 unlimited hunger strike and death fast
resistance, 26th
September 1999 Ulucanlar massacre, and December 19th
2000 massacre. With these massacres the stated aimed to eliminate the
revolutionary movement. To distribute papers, or to participate on
May 1st
at the demonstrations or to go to rallies, which are a natural
legitimate, right is considered a crime and results into punishments
like “hundreds” of years in prison. The practice of heavy
isolation treatment against prisoners with life sentences continues.
The prisoners face all kind of suppression, cameras are installed in
their cells, and they get discipline punishment. Many prisoners are
not allowed to receive their urgent medical treatments and this
actually sentences them to death. With such practices they continue
the death penalty, which has officially been abolished. There are 620
ill prisoners and 202 of them are very ill. According to the
information of the ministry of justice between the years 2000-2013
2.304 people have died. Besides the general impact of the F-type
isolation, for woman, LGBTI’s and children the reality of isolation
brings other forms of attacks as well. Woman, children LGBTI’s face
sexual harassment, rape and other forms of oppression. As we said in
the beginning, these attacks towards prisoners are not just a fact of
our country; all over the world there are similar practices and
policies used against opponents, revolutionaries, communists and
progressive prisoners. For this reason international solidarity, a
common struggle on the prisoners issue is from great importance. It
is clear that there is a urgent need to organize our common struggle
and share our experiences.
İSTANBUL |26-04-2014 | Altunizade’de bulunan Petrol-İş Sendikası’nda uluslararası insan hakları savunucuları ve hukuçularında katılımıyla gerçekleşen Uluslararası Hapishaneler Sempozyumu’nun 1. oturumu sonlandı.
İnsan hakları savunucusu ve eski milletvekili Akın Birdal’ın moderatörlüğünde gerçekleşen 1. oturumda Birdal, “İHD ve TUAD-DER ile bir rapor hazırlayarak hasta tutsakların durumlarını cumhurbaşkanı ve meclis başkanı ile görüştük. Yasa uyarınca hasta mahpusların özgürlüğüne kavuşabilmeleri açısından adli tıp raporu yetmiyor. Bundan yararlanabilmesi için ağırlaştırılmış müebbet olmaması ve tutuklu olmaması gerekiyor. 3. Demokratikleşme paketi çerçevesinde çıkartılan pakette, yasa uyarınca bu adli tıp raporları yeterli olmuyor. Ek olarak Terörle Mücadele Şubesinin ve savcılığın o kişinin ‘tehlike oluşturmaz’ görüşünün olması gerekiyor” şeklinde hasta tutsaklara dair hak ihlallerinden bahsetti.
Türkiye’de idamın kaldırılmasının devletin yaşam hakkına saygı duyduğu anlamına gelmediğini belirten Birdal, hapishanelerde yaşam hakkının ihlal edildiğini, geçtiğimiz yıl koşulların iyileştirilmemesi sonucu 30 kişinin yaşamını yitirdiğini ifade etti.
Enternasyonal dayanışmanın örneklerinden Serkan Tosun’u selamlayan Birdal “İnsanlar ölmeyi bildikleri müddetçe özgürlükler yok edilemez” dedi.
Erboito: “Bir kişi vurulursa hepimiz vuruluruz”
Ardından İtalya’dan katılan Committee for a Proletarian Red Relief adına Fululo Erboito, Kızıl Tugaylar, Rötar hareketi, hızlı tren projesine karşı çıkan gençlerden bahsederek İtalya’daki duruma ilişkin bilgi verdi. İtalya’da da TMK’nın olduğunu belirten Erboito, bu yasanın ekonomik- politik düzene tehdit olan her şeyi içine aldığını belirtti.
“Eğer bir kişi vurulursa, hepimiz vuruluruz” diyerek dayanışmanın önemini vurgulayan Erboito, hapishanelerdeki hak ihlallerine dair somut talepler üzerinden insanları örgütlemek gerektiğini, tahliyenin genel mücadelenin bir parçası olduğunu ifade etti.
“Çin ve ABD liste başında”
ATİK, ADHK, AGİF adına açıklama yapan Baki Selçuk konuşmasına sempozyumu, dünyanın dört bir yanındaki siyasi tutsakları selamlayarak başladı.
Filipinler, Peru, Hindistan’da ulusal ve siyasi mücadelelerde yüz binlerce siyasi tutsağın olduğunu belirten Selçuk, devimci basın, kadın mücadelesinin özneleri ve çocuk tutsakların da hapishanelerdeki yerine dikkat çekti. İdam cezalarının devam ettiğini ve bu konuda Çin ve ABD’nin liste başı olduğunu belirten Selçuk, politik tutsakların savunma haklarının gasp edildiğini, kitap, gazete verilmediğini, ailelerle görüşme haklarının engellendiğini ifade etti.
Gülbahar: “Sizi size yabancılaştıran bir sistem”
Ardından söz alan 30 senelik tutsaklığının ardından geçtiğimiz sene tahliye olan TKP/ML dava tutsağı Hasan Gülbahar, “E tiplerinden T tiplerine oralardan M tiplerine ve Askeri hapishanelerden E tiplerine ve siyasi tutsaklar için yapılan F tiplerine kadar kaldım. Tüm bu hapishaneler belirli farklılıklara rağmen büyük ortaklıklar barındırıyor. 1980’lerde 12 Eylül darbesiyle birlikte hapishanelerde yaşadıklarımız fiili uygulamalar şeklinde baskılardır. 90’lı yıllara geldiğimizde sınıf hareketinin kabarması ve ulusal mücadelenin ivmelenmesi devleti de mücadele mevzisi olan hapishaneleri daha geri bir pozisyona itme arayışına soktu. Tam da bu arayışın ifadesi diyebileceğimiz TMK oldu. 91 yılında çıkartılan yasa bu gün yaşananların da alt yapısını oluşturdu. Devlet bunu uygulamak için 91 de hapishaneleri kısmen boşlatırken 96 da Eskişehir tecrit hapishanesini açtı. Ancak toplumsal muhalefet buna geri adım attırdı” şeklinde konuşarak yaşanan süreçlere dikkat çekti.
Tecrit- tretman koşullarına dair Gülbahar, “2004’de İnfaz kanununda infazın amacı “pişman olmak” şeklinde yortuldu. Tartışmalar sonucunda ise tretman şeklinde yorumlarken uygulamalar hala pişman olmayı dayatma şeklinde gelişti. Ben 12 sene tecritte kaldım. 1-3 kişilik hücrelerde kaldım. Tecrit insanı birbirine değil, kendisine de yabancılaştırmayı hedefleyen bir sistem. Her anınızda bir odaya hapis edilmeniz ve dışarı ile iletişimin kesilmesi ile sınırlı değil sadece. Her anınızın idareciler tarafından kontrol altına alındığı bir sistem olarak görülmesi gerekiyor. İnsanın gelişebilmesi için doktorlar-uzmanlar bir ilişki-iletişim içerisinde olmayı gerektiriyor. Ancak tecrit bunun karşısında bir sistem olmanın adıydı. 12 Eylül’de bedenlerimizin işkence altına alındığı bir sistemdi. Tecrit ise ruhunuzu, kendinizi, bilincinizi, duygunuzu alıp götüren ve sizi size yabancılaştıran bir sistem olarak kurgulandı. Aramalardan tutun gecenin bir körü baskınlara, itirazların süngerli oda ile karşılanmasına kadar çok fazla karşılığı olan bir sistem olarak düşünmek gerekiyor” şeklinde deneyim aktarımında bulundu.
“Hapishanelerde 202 hasta tutsak var”
Eylem umudun anasıdır, diyerek konuşmasını bitiren Gülbahar’ın ardından Av. Sinan Can söz aldı. Can, İHD’nin resmi açılamalarına dikkat çekerek hapishanelerde 202 hasta tutsağın bulunduğunu belirtti.
Hasta tutsakların tahliye edilmesinin önünde demokratikleşme paketleri ile dile getirilen “tehlikeli olma” gerekçesi en büyük engel olduğunu ifade eden Can, Adli Tıp Kurumlarına değindi. Adli Tıp Kurumu’nun bakanlığa bağlı bir kurum olduğunu ve Adalet Bakanlığı tarafından atamaların yapıldığını ifade etti.
Can’ın ardından 30 dakikalık serbest kürsüye yer verilirken burada ilk olarak sözü Sevim Kalman aldı. Kalman, tutsakların mücadelesi kadar dışarıdaki mücadelenin de önemli olduğunu, insanların sokağa akmasının devletin geri atmasının yolunu açtığını belirtti.
Yaşam Ağacı Derneği’nden Galip Demirci, kendisinin de uzun yıllar tutsak kaldığını belirterek tecrit politikasının kişiliksizleştirmek olduğunu belirtti.
Eski tutsak Zeynel Demirci, devletin varlığını, iradesini, düşüncesini bir kenara atmak istediğini belirterek Amed zindanlarından müdür olan yüzbaşının “Sizi öyle bir hale getireceğim ki, kapıları açsak bile gitmeyeceksiniz” sözünü hatırlattı.
Demirci’nin konuşmasının ardından 1. oturum yemek molasına geçmek üzere sonlandı.
Hapishaneler Sempozyumu’nda 1. oturum sona erdi
26 Nisan 2014 | 16:23
İnsan hakları savunucusu ve eski milletvekili Akın Birdal’ın moderatörlüğünde gerçekleşen 1. oturumda Birdal, “İHD ve TUAD-DER ile bir rapor hazırlayarak hasta tutsakların durumlarını cumhurbaşkanı ve meclis başkanı ile görüştük. Yasa uyarınca hasta mahpusların özgürlüğüne kavuşabilmeleri açısından adli tıp raporu yetmiyor. Bundan yararlanabilmesi için ağırlaştırılmış müebbet olmaması ve tutuklu olmaması gerekiyor. 3. Demokratikleşme paketi çerçevesinde çıkartılan pakette, yasa uyarınca bu adli tıp raporları yeterli olmuyor. Ek olarak Terörle Mücadele Şubesinin ve savcılığın o kişinin ‘tehlike oluşturmaz’ görüşünün olması gerekiyor” şeklinde hasta tutsaklara dair hak ihlallerinden bahsetti.
Türkiye’de idamın kaldırılmasının devletin yaşam hakkına saygı duyduğu anlamına gelmediğini belirten Birdal, hapishanelerde yaşam hakkının ihlal edildiğini, geçtiğimiz yıl koşulların iyileştirilmemesi sonucu 30 kişinin yaşamını yitirdiğini ifade etti.
Enternasyonal dayanışmanın örneklerinden Serkan Tosun’u selamlayan Birdal “İnsanlar ölmeyi bildikleri müddetçe özgürlükler yok edilemez” dedi.
Erboito: “Bir kişi vurulursa hepimiz vuruluruz”
Ardından İtalya’dan katılan Committee for a Proletarian Red Relief adına Fululo Erboito, Kızıl Tugaylar, Rötar hareketi, hızlı tren projesine karşı çıkan gençlerden bahsederek İtalya’daki duruma ilişkin bilgi verdi. İtalya’da da TMK’nın olduğunu belirten Erboito, bu yasanın ekonomik- politik düzene tehdit olan her şeyi içine aldığını belirtti.
“Eğer bir kişi vurulursa, hepimiz vuruluruz” diyerek dayanışmanın önemini vurgulayan Erboito, hapishanelerdeki hak ihlallerine dair somut talepler üzerinden insanları örgütlemek gerektiğini, tahliyenin genel mücadelenin bir parçası olduğunu ifade etti.
“Çin ve ABD liste başında”
ATİK, ADHK, AGİF adına açıklama yapan Baki Selçuk konuşmasına sempozyumu, dünyanın dört bir yanındaki siyasi tutsakları selamlayarak başladı.
Filipinler, Peru, Hindistan’da ulusal ve siyasi mücadelelerde yüz binlerce siyasi tutsağın olduğunu belirten Selçuk, devimci basın, kadın mücadelesinin özneleri ve çocuk tutsakların da hapishanelerdeki yerine dikkat çekti. İdam cezalarının devam ettiğini ve bu konuda Çin ve ABD’nin liste başı olduğunu belirten Selçuk, politik tutsakların savunma haklarının gasp edildiğini, kitap, gazete verilmediğini, ailelerle görüşme haklarının engellendiğini ifade etti.
Gülbahar: “Sizi size yabancılaştıran bir sistem”
Ardından söz alan 30 senelik tutsaklığının ardından geçtiğimiz sene tahliye olan TKP/ML dava tutsağı Hasan Gülbahar, “E tiplerinden T tiplerine oralardan M tiplerine ve Askeri hapishanelerden E tiplerine ve siyasi tutsaklar için yapılan F tiplerine kadar kaldım. Tüm bu hapishaneler belirli farklılıklara rağmen büyük ortaklıklar barındırıyor. 1980’lerde 12 Eylül darbesiyle birlikte hapishanelerde yaşadıklarımız fiili uygulamalar şeklinde baskılardır. 90’lı yıllara geldiğimizde sınıf hareketinin kabarması ve ulusal mücadelenin ivmelenmesi devleti de mücadele mevzisi olan hapishaneleri daha geri bir pozisyona itme arayışına soktu. Tam da bu arayışın ifadesi diyebileceğimiz TMK oldu. 91 yılında çıkartılan yasa bu gün yaşananların da alt yapısını oluşturdu. Devlet bunu uygulamak için 91 de hapishaneleri kısmen boşlatırken 96 da Eskişehir tecrit hapishanesini açtı. Ancak toplumsal muhalefet buna geri adım attırdı” şeklinde konuşarak yaşanan süreçlere dikkat çekti.
Tecrit- tretman koşullarına dair Gülbahar, “2004’de İnfaz kanununda infazın amacı “pişman olmak” şeklinde yortuldu. Tartışmalar sonucunda ise tretman şeklinde yorumlarken uygulamalar hala pişman olmayı dayatma şeklinde gelişti. Ben 12 sene tecritte kaldım. 1-3 kişilik hücrelerde kaldım. Tecrit insanı birbirine değil, kendisine de yabancılaştırmayı hedefleyen bir sistem. Her anınızda bir odaya hapis edilmeniz ve dışarı ile iletişimin kesilmesi ile sınırlı değil sadece. Her anınızın idareciler tarafından kontrol altına alındığı bir sistem olarak görülmesi gerekiyor. İnsanın gelişebilmesi için doktorlar-uzmanlar bir ilişki-iletişim içerisinde olmayı gerektiriyor. Ancak tecrit bunun karşısında bir sistem olmanın adıydı. 12 Eylül’de bedenlerimizin işkence altına alındığı bir sistemdi. Tecrit ise ruhunuzu, kendinizi, bilincinizi, duygunuzu alıp götüren ve sizi size yabancılaştıran bir sistem olarak kurgulandı. Aramalardan tutun gecenin bir körü baskınlara, itirazların süngerli oda ile karşılanmasına kadar çok fazla karşılığı olan bir sistem olarak düşünmek gerekiyor” şeklinde deneyim aktarımında bulundu.
“Hapishanelerde 202 hasta tutsak var”
Eylem umudun anasıdır, diyerek konuşmasını bitiren Gülbahar’ın ardından Av. Sinan Can söz aldı. Can, İHD’nin resmi açılamalarına dikkat çekerek hapishanelerde 202 hasta tutsağın bulunduğunu belirtti.
Hasta tutsakların tahliye edilmesinin önünde demokratikleşme paketleri ile dile getirilen “tehlikeli olma” gerekçesi en büyük engel olduğunu ifade eden Can, Adli Tıp Kurumlarına değindi. Adli Tıp Kurumu’nun bakanlığa bağlı bir kurum olduğunu ve Adalet Bakanlığı tarafından atamaların yapıldığını ifade etti.
Can’ın ardından 30 dakikalık serbest kürsüye yer verilirken burada ilk olarak sözü Sevim Kalman aldı. Kalman, tutsakların mücadelesi kadar dışarıdaki mücadelenin de önemli olduğunu, insanların sokağa akmasının devletin geri atmasının yolunu açtığını belirtti.
Yaşam Ağacı Derneği’nden Galip Demirci, kendisinin de uzun yıllar tutsak kaldığını belirterek tecrit politikasının kişiliksizleştirmek olduğunu belirtti.
Eski tutsak Zeynel Demirci, devletin varlığını, iradesini, düşüncesini bir kenara atmak istediğini belirterek Amed zindanlarından müdür olan yüzbaşının “Sizi öyle bir hale getireceğim ki, kapıları açsak bile gitmeyeceksiniz” sözünü hatırlattı.
Demirci’nin konuşmasının ardından 1. oturum yemek molasına geçmek üzere sonlandı.
No comments:
Post a Comment