TKP/ML: ALMAN DEVLETİNİN 15 NİSAN 2015 TARİHİNDE PARTİ FAALİYETÇİLERİMİZE EŞ ZAMANLI OLARAK DÜZENLEDİĞİ OPERASYON POLİTİKTİR, YANITIMIZDA POLİTİK OLACAKTIR!
Avrupa`da
ATİK üye ve faaliyetçileride olan olan TKP/ML` li devrimcilere yönelik
15 Nisan 2015 tarihinde Alman devleti merkezli olarak,Fransa,İsviçre ve
Yunanistan da eşzamanlı yapılan tutuklama operasyonuyla ilgili olarak
TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist) Merkez Komitesi
imzalı elimize e-posta yoluyla ulaşan açıklamayı, haber değeri taşıması
bakımından kamuoyu ile paylaşıyoruz.
ALMAN DEVLETİNİN 15 NİSAN 2015 TARİHİNDE
PARTİ FAALİYETÇİLERİMİZE EŞ ZAMANLI OLARAK DÜZENLEDİĞİ OPERASYON
POLİTİKTİR, YANITIMIZDA POLİTİK OLACAKTIR!
Alman Adalet Bakanlığının emri ile 15 Nisan 2015 tarihinde eş
zamanlı olarak TKP/ML faaliyetçilerine karşı son yılların en büyük ve
bir o kadar da hukuksuz operasyonu yapıldı. Almanya’nın çıkardığı
tutuklama kararıyla yürütülen operasyonda eş zamanlı olarak İsviçre’de
1, Fransa’da 1, Yunanistan’da 2, Almanya’da 7 kişi olmak üzere toplam 11
devrimci tutuklanmıştır. Almanya’nın iade talebiyle Fransa, İsviçre ve
Yunanistan’da tutuklattığı devrimcileri Almanya’ya getirtip 129 a–b
‘Anti-terör’ maddesinden yargılamak istenmektedir.
Alman Devletinin Şizofrenisi!
Alman polisinin tutukladığı parti faaliyetçilerimiz uzun yıllardır
Almanya’da ikamet eden insanlardır. Çalışan, emekli ve politik ilticacı
olan faaliyetçilerimiz, adresleri bilinen ve tanınan kişilerdir. Birçoğu
politik kimliğini hiçbir zaman gizlememiştir. İltica dilekçelerinde ve
iltica mahkemelerinde Türkiye de TKP/ML faaliyetlerinden dolayı
yakalandığını, işkenceler gördüğünü, haklarında dava açıldığını, uzun
süre hapis yattığını, hala arandığını ve hala aynı görüşleri taşıdığını
açıkça belirtmişlerdir. Bu gerekçelerle politik iltica oturumları Alman
mahkemeleri tarafından kabul edilmiştir. Alman polisi ise şimdi aynı
gerekçelerle bu insanları tutuklamaktadır. Tutuklananların ev ve iş
adresleri bellidir. Polis istediği zaman bu insanları ifadeye
çağırabilirdi. Tam tersine bir polis terörü estirilmiş. Evlerin kapıları
kırılarak içeri girilmiştir. Alman devleti bu yaklaşımıyla partimize ve
Türkiyeli politik mültecilere karşı bir gözdağı vermeye çalışmıştır.
Alman devletinin göstermeye çalıştığı gibi partimiz TKP/ML bir
“terör örgüt” değildir. Ki Alman yasaları ve mahkemeleri de aksi yönde
bir tutuma sahip değildir. Partimizin Alman yasalarını ihlal ettiğine
dair bir mahkeme kararı da yoktur. Ki partimiz on yıllardır Almanya’da
politik faaliyetlerini sürdürmektedir. Bugün bu politik faaliyetlerin
dünden farklı olan hiçbir yanı da söz konusu değildir. Partimiz
Türkiye’de Demokratik Halk Devrimini yaparak, ardından Sosyalist bir
topluma varmayı hedefleyen Marksist Leninist Maoist bir partidir.
Kimliğimiz açıktır. Partimiz hiçbir zaman programını ve hedeflerini
kamuoyundan gizlemedi. Bilinmez bir parti değiliz. 43 yıllık temiz bir
geçmişe sahip olan partimizin bu tür baskı ve komplolarla geriletilip
ablukaya alınacağı hesaplanıyorsa bu kocaman bir yanılgı olur.
Evet, biz hiçbir zaman hedeflerimizi ve siyasal düşüncelerimizi
gizlemedik. Türkiye’de illegal faaliyet yürütüyor olmamız, tamamen
ülkemiz şartlarıyla ilgilidir. Türkiye Kemalist ideolojiyi esas alan
faşizmle yönetilen bir ülkedir. Kurulduğu 1923 yılından bu yana, baskı
ve katliamlarla varlığını sürdüren Türk devleti, farklı olana hayat
hakkı tanımamıştır. Tek dil, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek dil
ve tek din’i esas alan Türk devletinin devrimcilere ve komünistlere
karşı sürek avı sürdürdüğü bilinmez değildir. Partimiz 24 Nisan 1972
yılında kurulduğunda, daha bir yılını doldurmadan Kemalist faşist Türk
Devleti tarafından kurucu önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşımız 18
Mayıs 1973 günü Diyarbakır hapishanesinde öldürüldü. Türk devleti sadece
Türkiye’de tespit ettiği devrimcileri katletmekle kalmıyor. Bir şekilde
yurtdışına çıkmak zorunda kalan devrimci ve yurtseverler Avrupa’da
tespit edildiklerinde de Türk devleti tarafından katledilmişlerdir.
Partimiz aktivistlerinden Katip Saltan 1981 yılında Almanya’nın Aachen
şehrinde, Nubar Yalım ise 1982 yılında Hollanda’nın Amsterdam şehrinde
Türk MİT’i tarafından öldürüldüler. Yine 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te
PKK kurucularından Sakine Cansız ve yanında bulunan Fidan Doğan ve Leyla
Şaylemez Türk MİT’i tarafından kurşunlanarak öldürüldüklerini Alman
polisi de çok iyi biliyor. Bundandır ki, illegal faaliyet yürütmemiz,
Türkiye’de ve yurtdışında yaşayabilmemizin tek garantisidir.
Türk Devleti Faşisttir! Faşizme Karşı Mücadele Sadece Barışçıl Yöntemlerle Sürdürülemez !
Türk devleti 90 yıldır kendi topraklarında yaşayan Kürt ulusunu hep
inkâr etti. Kürtler ne zaman kendi haklarını istediyse karşılığı hep
katliam oldu. On binlerce Kürt tüm dünyanın gözü önünde katledildi.
Kürtler yok sayıldı, asimile edildi, siyasal özgürlükleri gasp edildi,
köyleri yakıldı, zorla göç ettirildi ve sistemli şekilde imhaya tabi
tutuldu.
Türk devleti sadece Kürtlerle sınırlı tutmadı faşist siyasal
baskısını. Hak ve özgürlük isteyen tüm sınıfları, katmanları, inançları
da aynı baskıya maruz bıraktı. Demokratik hak ve özgürlük isteyen
devrimci demokratik kişiler işkencelerden geçirildi, zindanlara atıldı,
göz altında kaybedildi ve durmaksızın katledildi. Bu durum Almanya ve
tüm Avrupa’da çeşitli siyasal ve insan hakları örgütlerinin raporları
ile de belgeli ve tescillidir. Yani Türk devletinin faşist niteliği açık
ve seçik bilinen bir gerçektir.
Toplumsal her gelişmeyi zorla ve baskıyla sindiren Türk devleti
Avrupa Birliği sürecine en fazla angaje olduğu dönemde de bu tutumunu
sürdürmüştür. Gezi parkının (2013 yılında) holdinglere peşkeş
çekilmesine karşı duyarlı insanların oturma eylemine vahşice saldırması
ile geniş kitlelerin biriken memnuniyetsizliği tam bir toplumsal
patlamaya dönüşmüştür. Ülke çapında milyonların katıldığı kitlesel
eylemler gerçekleşmiştir. Türk devleti yine tüm dünyanın gözü önünde
eylemlere vahşice saldırılıp 8 kişiyi katletmiş, 10’un üzerinde insanın
gözleri kör edilmiş, yüzün üzerinde ağır olmak üzere 2500 aşkın insan
polisin vahşi saldırıları sonucu yaralanmıştır. Yüzlercesi tutuklanıp
işkencelerden geçirilerek hapislere atılmıştır.
Türk devleti faşist yüzünü son süreçte çocuk katliamlarıyla da daha
fazla göstermiştir. Türkiye Kürdistanı’nda toplumsal olaylarda Kürt
çocuklarını katletmek sıradan bir vakıa olmuştur. Türk devletinin bugün
ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2006 yılında başbakan iken T.
Kürdistanı’nda yaşanan eylemsellikler karşısında “çocukta olsa kadında
olsa gereği yapılacaktır” talimatları vermiştir. Gereği de yapılmıştır.
Enis Ata, Nihat Kazanhan gibi bir çok çocuk katledilmiştir. Son olarak
Gezi eylemlerinde Berkin Elvan katledilmiştir. Türk devleti gerek
hükümet nezdinde gerekse de mahkeme kararlarıyla bu çocukları terörist
ilan etmiştir.
Türk devleti legal bir zeminde çalışan partilere dahi tahammül
edememektedir.7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak olan genel seçimlere
katılan HDP’ye karşı neler yapıldığı kamuoyunun bilgisi dâhilindedir.
Seçim süresince HDP silahlı saldırılara, polis kontrolünde linçlere
maruz kalmıştır. Mitingleri bombalanmış, seçim çalışmaları sürekli
engellenmiştir. Bu süreçte tam 8 HDP’li barışçıl seçim çalışmaları
yürüttüğü için katledilmiş, HDP irili ufaklı tam 2000 saldırıya maruz
kalmıştır.
Türk devleti legal, barışçıl olan her türlü demokratik faaliyetin
düşmanıdır. Devrimci legal dergilere sık sık saldırıların olması,
devrimci gazete satan, dağıtan insanların sürekli polis baskısına maruz
kalması, gazete satan bayilere baskı yapılması, gazete sattırılmaması
vb. Türkiye’de legal bir mücadelenin dahi ne kadar zor olduğunu
göstermektedir.
Türk devleti 90 yıldır Sünni-İslam dinini esas alarak diğer tüm din
ve inançlara düşmanca davranmaktadır. Hristiyanlar, Ortadokslar İslamcı
Türk Devleti için her zaman düşman dinler olarak kabul edildi. “Gavur”
denilerek “katli vacip” görüldü. Bu toprakların kadim ulusları olan
Ermenileri, Rumları, Süryanileri soykırıma tabi tutarak bire kadar
kırdı, tehcir ve mübadele ile topraklarından sürdü. Geçmişe gitmeye
gerek yok, sırf Ermeni olduğu için Ermeni haklarını ve Ermenilerin
uğradığı tarihsel haksızlıkları dillendirdiği için gazeteci Hrant Dink
devletin planlaması ile katledilmiştir. Malatya da Zirve yayınevinde
Hıristiyan misyonerler diye 3 insanın boğazı kestirilerek vahşice
katlettirilmiştir. Trabzon’da ve Hatay’da Rahipler bıçaklanarak
öldürülmüştür.
Farklı bir mezhep ve inanç olan Alevilerde Türk devletinin düşmanı
olarak tanımlanmakta ve baskılara maruz kalmaktadır. Aleviler daha yakın
zamana kadar ibadetlerini gizli yapmak zorunda kalmış, Maraş, Sivas ve
Çorum’da topluca katledilmişlerdir. Alevilerin Cem Evleri hala ibadet
yeri kabul edilmemiştir. Sistemli bir asimilasyona tabi tutularak
inançlarından soyutlanmaya çalışılmıştır. Zorunlu din dersiyle, Alevi
çocukları Sünni din öğretisiyle eğitilmektedirler. Nisan 2015 tarihinde
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “Cem Evleri Alevilerin İbadet Yeridir”
kararına dahi Türk devleti karşı çıkmış, bu kararı tanımamıştır.
Türk Devleti düşünce özgürlüğüne düşman bir devlettir. Yazılı ve
sözlü görüş ve düşünce bildirmek her zaman yasak olmuştur. Onlarca
gazeteci hala cezaevlerinde tutulmaktadır. Yasal gazete okuyucuları
sürekli takip edilmiş, tehdit edilmiş, tutuklanmış ve işkence
görmüşlerdir ve görmeye devam etmektedirler.
Türkiye’de hapishaneler zulüm ve kan deryasının sembolüdür. Bugün
hala 10 bin devrimci ve yurtsever Kürt siyasal nedenlerle
hapishanelerdedir. Türk devleti Cezaevlerinde birçok kez katliamlar
yapmıştır. 19 Aralık 2000 tarihinde eş zamanlı olarak 22 cezaevine
yapılan saldırıda 28 devrimci katledilirken, yüzlercesi yaralanmıştır.
Katı bir tecrit ve izalasyona dayanan F tipi zindanlara karşı
devrimciler ölüm oruçlarıyla direnmiştir. Türk devleti bu meşru hak
mücadelesine karşı faşist ve yok sayan bir tutum benimsemiş ve 122
insanın açlıkla ölmesine neden olmuştur. Türk Adalet Bakanlığı’nın
yaptığı resmi açıklamada 2002 yılı ile 2014 yılı arasında 2847 kişi
cezaevlerinde hayatını kaybetmiştir. Yine yapılan resmi açıklamalarda
547 devrimci tutuklu ve hükümlü yakalandıkları hastalık sonucu bugün
ölüm sınırına gelmiş, Türk devleti bu devrimcileri tahliye etmeyerek
ölümlerini beklemektedir.
Türk Devleti 1980 yılından 2014 yılına kadar 17 bin kişiyi
gözaltında ve “faili meçhul” gösterilerek kaybetmiş, bu insanların
nerede ve nasıl öldürüldükleri hala açıklanmamaktadır. Bu insanların bir
mezarı bile yoktur. Devletin İçişleri ve Adalet Bakanı bu faali meçhul
cinayetleri kabul etmesine rağmen, cenazelerini ailelerine
vermemektedir.
Bunları uzatmak daha da mümkündür. Ancak Türk Devletinin nasıl bir
devlet olduğunu göstermesi bakımından yeterli olduğu kanısındayız…
Komünistlerin Türkiye’de legal olarak yaşama, düşüncelerini yayma
ve halkı örgütleme şansı yoktur. Bunun için tek seçenekleri illegal
olarak örgütlenmektir. Partimizin illegal bir parti olarak
örgütlenmesinin zorunluluğunun temel nedeni Türk devletinin faşizmle
yönetiliyor olmasıdır.
Partimiz Değil, Emperyalist-Kapitalist Rejim Teröristtir!
Silahlı mücadele partimizin meşru direnme hakkının kullanılmasıdır.
Varlığı yok sayılan, halkı örgütlemesine müsaade edilmeyen,
taraftarları, üye ve kadrolarına hayat hakkı tanımayan, yakaladığı üye
ve sempatizanlarımızı en ağır hapis cezalarıyla cezalandıran Türk
devletine karşı silahlı direnme hakkımızı savunmamız tamamen meşrudur.
Bu sınıf mücadelesinin tarihsel olarak dayattığı bir zorunluluktur aynı
zamanda. Zor ve şiddete dayanmaksızın sömürücü, zalim, egemen sınıfları
ortadan kaldırmak mümkün ve olanaklı değildir. “Terör”, “Teröristler”
ve “Terör Örgütü” algısı hangi sınıfın nasıl baktığıyla alakalıdır.
Alman Devleti de kendi sınıf çıkarlarıyla partimizi
değerlendirmektedir. Partimiz enternasyonal proletaryanın Türkiye
temsilcisidir. Halkın çıkarlarını gerçekleştirecek Demokratik halk
devrimini, sosyalizmi ve komünizmi savunmaktadır. Bu uğurda mücadele
yürüten bir örgütün “terörist” olarak görülmesi çeşitli milliyet ve
inançlardan bütün dünya halklarının itibar etmeyeceği bir durumdur.
Halkın yararı, onun çıkarları için mücadele yürütmek terörizm değil
onurlu bir devrimciliktir. Partimizde 43 yıllık mücadelesiyle onurlu
devrimciliğin sembolü olmuştur.
Emperyalist-kapitalist, faşist ve gerici tüm sistemlerde hâkim güç
toplumu yönetmek için birçok yol ve yöntem geliştirmiştir. Toplumda
yaratılan “terör” korkusu da bu araçlardan biridir. Alman devletinin
partimize karşı yaratmaya çalıştığı “terör” algısını kabul etmiyor,
reddediyoruz. Alman devrimcileri, ilericileri partimizi iyi tanıyor.
Partimiz her zaman kör bir şiddetin karşısında olmuş, silahlı mücadelede
halka zarar vermemek için çok büyük çabalar sarf etmiştir. İrademiz
dışında halkın ve sivillerin zarar görmesi durumunda özeleştiri vermiş,
bu tür pratikleri mahkum etmiştir. Bu tavrını da kamuoyuna duyurmaktan
çekinmemiştir.
Alman devleti önce 2001’de bugüne ABD öncülüğünde Afganistan ve
Irakta petrol ve yüksek karlar için milyonlarca insanın katledilmesine
sunduğu desteğin hesabını vermelidir. Mısırda, Libya’da, Suriye’de
yüzbinlerce insanın katledilmesinde oynadıkları cesaretlendirici ve
teşvik edici rolün hesabını vermelidir. Ellerinde milyonlarca insanın
kanı vardır. Asıl terörizm küresel sermayenin çıkarları için milyonların
katledilmesidir. Alman devleti de bunun merkezindedir, asli unsurudur.
Partimizin Alman Adalet Bakanlığı ve polisince “Terörist” bir
yapılanma olarak kamuoyuna lanse edilmesinin gerçek nedeni, Almanya’nın
Türk devletiyle olan ekonomik ve siyasi ilişkileriyle doğrudan
bağlantılıdır. El altından bir pazarlığın yapıldığını gösteriyor.
İleride bu daha iyi ortaya çıkaracaktır.
Alman devleti Ortadoğu planlarında Türk devletiyle iş pişirmek için
Türkiyeli devrimcilere saldırmaktadır. Gerici emperyalist
politikalarını Türk devletiyle organize bir şekilde Ortadoğu için
uygulamak istemektedir. Buna gölge düşürecek, karşı duracak her gücü
tehlike olarak görmektedir. Partimize yönelik saldırılarda bu kirli
hesap ve çıkarların sadece bir sonucudur.
129 a-b ‘anti terör’ yasının içeriği ve hedefi nedir?
2001 yılında İkiz Kulelere yapılan saldırı sonrası, ABD dünya
çapında geçerli olacak şekilde çıkardığı ‘Anti-Terör’ yasasını
genişletmiş, mevcut yasaları yeniden düzenlemiş ve bu yasaların diğer
ülkelerce de yürürlüğe konması için büyük baskılar yapmıştır. Baskı
sonucu birçok ülke kendi bağımsızlığını bir yana bırakarak ABD’nin
talebi doğrultusunda kendi yasalarında yeni düzenlemelere gitti.
Avrupa Birliği ülkeleri ABD’nin istediği yeni düzenlemeleri
uygulamada gecikmedi. Bu ülkelerden biri de Almanya’dır. Daha önce kendi
yasaları içinde yer alan 129. ceza maddesi, 2002 yılında çıkartılan ek
maddelerle kapsamı oldukça genişletildi. 129. Ceza maddesi aslında yeni
değildir. Bu maddenin ruhu Bismarctan Hitlere uzanan bir tarihsel arka
plana sahiptir. Örneğin 129. Ceza maddesine dayanılarak 1951 yılında
‘Özgür Alman Gençliği’nin faaliyetleri bu kapsamda yasaklandı.
1970 yılından sonra Almanya’da gelişen devrimci mücadelenin
yükselmesini takiben, birçok devrimci örgütün Alman devletine karşı
muhalif duruşuyla birlikte 129. maddeye ‘a’ maddesi eklenerek, bu
örgütlerin takibi ve yargılanmaları daha da kolay hale getirilmiştir.
Almanya 2001 yılından sonra 129-a maddesine “b” maddesini de ekleyerek
129’un kapsamını daha da genişletti. “Uluslararası terörizm” tehlike
gösterilerek 2002 yılında yürürlüğe koyduğu bu ek maddeyle, “takip
edilecek” örgüt listesini oldukça genişletti. Bu yasaya dayanan Alman
devleti, Almanya’da faaliyet yürütmemiş olsa da, kişilerin bir “örgüte
sempati” duyması, soruşturma açılması ya da Almanya dışında ise
tutuklanıp Almanya’ya getirmesi için yeterli görülmektedir. Örneğin 5
Kasım 2008’de gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra yargılanan “Anadolu
Federasyonu” üyelerinin yargılanma gerekçesinde “Almanya’da suç
işlemeleri” değil, Türkiye’de “yasadışı bir örgüte üye” olma yargılamaya
gerekçe olarak gösterilmiştir. Bir başka örnekte PKK’dır. Almanya’da
PKK sempatizanlarına yönelik birçok dava açılmış, bu davalarda
gösterilen gerekçelerin birçoğunda, “yürüyüşlere katılmak, PKK
derneklerine gitmek, gece ve toplantılara katılmak” olarak gösterilmiş,
Alman mahkemeleri her defasında hukuku katletmiştir. Almanya, 2009
yılında yasa 129’un 5 maddesinde bir değişiklik daha yaparak yasaya,
“işlenmemiş suçların” cezalandırılmasını da eklemiş ve bu madde
kapsamında Almanya’da binlerce kişi takip edilmiş, dava açılmış,
yargılanmış ve ağır cezalar almıştır.
15 Nisan 2015 tarihinde Partimiz aktivistlerine karşı yapılan
operasyon ve tutuklamaların perdesini yırttığımızda karşımıza
Türk-Alman ekonomik ve siyasal gerici ilişkileri çıkmaktadır.
Türk-Alman ilişkilerinin tarihsel geçmişi ve Almanya’nın
Türkiye’deki yatırımları, siyasal ve askeri çıkarları göz önünde
bulundurulduğunda, Türk devletinin Almanya’dan talep ettiği devrimci ve
komünistleri iade etme, yakalama, yargılama talebine Almanya hiçbir
zaman kayıtsız kalmamıştır. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 3-4 Şubat
2013 tarihinde Türkiye’yi ziyaret etmesiyle birlikte Almanya’nın burada
yaşamak zorunda kalan devrimcilere ve komünistlere karşı daha da
sertleşeceği basına yansıyan haberlerde de görülmüştür. Bu durum, el
altından bir “alış-veriş” olduğunun göstergesiydi. Son operasyon ve
tutuklamalar da bunun bir göstergesidir.
Sonuç olarak;
Tutuklanan TKP/ML faaliyetçilerinin hukuki değil siyasi nedenlerle yargılanacakları açıktır.
129-a-b maddesinden yargılananlar hakkında yasa oldukça keyfi
uygulamaları içermektedir. Bu maddeden yargılananlara karşı mahkemeler
ve cezaevi idareleri ağır yaptırımlar uygulamaktadır. Dosyaların
avukatlara verilmemesi, savunma hakkının kısıtlanması, savunma için
gerekli materyallerin tutuklulara verilmemesi, cezaevinde haberleşme
haklarının kısıtlanması, aile görüşlerine getirilen sınırlamalar, kitap,
dergi verilmemesi, ağır tecrit uygulaması bilinen uygulamalardır. PKK,
DHKP-C, Filistinli ve Alman devrimcilerinin yargılanmalarında tüm bu
yaptırımların defalarca ve en ağır şekilde uygulandığına Alman kamuoyu
defalarca tanık olmuştur.
Parti olarak, tutuklanan faaliyetçilerimizin bir an önce serbest
bırakılmasını ve baskılara son verilmesini istemekteyiz. Almanya
kamuoyunu bu hukuksuzluğa karşı tavır almaya çağırıyoruz. Bu
hukuksuzluk, kirli siyasi hesaplar ve baskılar her ne kadar sadece
partimiz ve diğer göçmen devrimci, ilerici ve yurtsever örgüt ve
partilerle sınırlı kalmayacaktır. Bu baskıcı ve yasakçı uygulamaların
Almanya’da toplumsal muhalefet yükseldikçe tüm muhalifleri ve
devrimcileri içereceği ortadır. Bir kez daha, tüm devrimci, ilerici
kamuoyunu 15 Nisan komplosunu protesto etmeye çağırıyoruz.
TKP/ML
Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist
Merkez Komitesi
Haziran 2015
No comments:
Post a Comment