Sunday, July 17, 2016

Turkey - Her erkek biraz devletse de, her devlet % 100 erkektir!


Dikkat, yeni bir pencerede aç. PDFYazdıre-Posta
askeri_darbe
gruplarından gelen yüzlerce mesajı atlamadan okumaya çalışırken, Genelkurmay Başkanlığı’nın 15 Temmuz 2016, saat 22.00 itibariyle “ülkenin yönetimine el koyduğunu” öğrenmiş bulundum. Hükümet ise, “kanunsuz kalkışma yapanlara pabuç bırakmayacağını ve bedelinin en ağır şekilde ödetileceğini” açıklamıştı. Dakikalar içerisinde Atatürk Havalimanı askerler tarafından uçuş trafiğine kapatılırken, Boğaz Köprüsü’ndeki geçişler de askeri tanklarla durdurulmuştu. Ve TRT’nin yayın akışı “darbe adâbı”na uygun bir şekilde, askerin denetiminde gerçekleşiyordu.

Geçmişte darbelere tanık olanların sosyal medya paylaşımlarından anladığım kadarıyla, darbe yapıldığında (ki genelde sabaha karşı olurmuş) bütün kanalların yayın akışı durdurulur; askeri yetkililer TRT ekranlarından ordunun ülke yönetimine el koyduğunu açıklayarak halkı sükûnete davet edermiş. Bu arada da parlamenterlerin dokunulmazlıkları kaldırılarak, başbakan dâhil olmak üzere herkes tutuklanırmış. Oysa bu kez hükümet temsilcileri birbirleriyle yarışırcasına TV kanallarına açıklamalarda bulunuyor; cumhurbaşkanı tatil bölgesinden telefonla canlı yayına bağlanıyordu. Tabii internet çağında olmamızın da etkisi olabilirdi, ama sonuç olarak ilginçti. Herkes “bu ne biçim darbe be!” diyordu.
Annemlerden dinlediğim 80’li dönemlere ilişkin hikâyeler dışında (bana hikaye gibi gelirdi), 25 yaşıma kadar hiç askeri bir darbeye tanık olmamıştım. Aslında herhangi bir darbeye de tanık olmamıştım. Demokratik eylemlere dönük polisin “orantısız güç”üne ilişkin deneyimlerim dışında, askeri bir yönetimin ne anlama gelebileceğini idrak edebildiğim hala söylenemezdi. Bunda elbette ki, yalnızca Ankara ve İstanbul üzerinden yükselen “darbe” dalgasının, henüz rengini belli etmemesi de etkiliydi. Sosyal medyada, egemenler arası bir klik çatışması mı, yoksa mevcut iktidarın siyasi manevra alanını genişletmek amaçlı kurduğu bir mizansen mi olduğu üzerine çokça tartışma yürütülüyordu.
Oldukça yakın mesafeden uçuş yapan F16’ların gürültüsü altında, mahalledeki bütün camilerden aynı anda yükselen salâ seslerine kulak kabartmaya çalıştım. Her yerden aynı anda siren ve korna sesleri geliyordu, kafam kazana dönmüştü! Kafamı pencereden uzattığımda ise, gecenin bu saatinde bomboş olması gereken mahallemin sokaklarının insan kaynadığını gördüm. Mahalle baskısından bu saatte mümkün değil dışarı çıkamayacak kadınlar, ailenin bakım derdine düşmüş; fırınlardan ekmek almaya ve açık yerlerden gıda stoklamaya çıkmıştı. Dün gece korkuyu iliklerine kadar hissedenler, yine tank ve postalları yakından tanıyanlar olmuştu. Böylelikle askeri darbelerin halkın, ama özellikle de kadınların belleğinde bıraktığı izleri bir kez daha hissettim.
Bu kavga sizin! Benim/Bizim değil!
Tabii bu arada Kürdistan’da halka sokakları yasaklayanlar, birden bire halkı sokaklara çağırır olmuştu. Faşist-gerici güruh, özel harekât polislerini de arkasına alarak, ellerinde Türk bayraklarıyla devlet kurtarıyordu! Duyarlı(!) olmalarıyla tanınan bu vatandaşlar, insanları milli iradeye sahip çıkmaya çağırıyor; çağrıya uymayanları sopalarla “demokratik” bir şekilde dövüyorlardı. Türk askerinin rütbesi ise bir gecede sökülmüş; “kahraman Mehmetçik” bir anda “vatan haini” olmuştu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde yorgunluğuma yenik düşerek, TV kanallarının yayın akışına devam etmesine ve internete erişimde herhangi bir sorun yaşanmamasına da güvenerekten, kendimi uykunun derinliklerine bıraktım. Bizim mahalle İstanbul’un biraz dışında kalıyordu, “bir şey olursa gelmeleri sabahı bulur” diye düşündüm. Hiç yoktan gürültüye uyanırdım, sonuçta tedirgin yattığım başka zamanlar da olmuştu. En azından uyandığımda biraz dinlenmiş olurdum.
Saat 06.00 sıralarında uyandığımda, Meclis’in ve İstanbul’un çeşitli yerlerinin bombalanmış olduğunu, iki yüzü aşkın insanın ölümü, yüzlerce insanın yaralanması ve iki bini aşkın askerin gözaltına alınması sonrasında “asayişin sağlandığını” öğrendim. Bir gecede ortaya çıkan bu bilançoyla, oyun gereği gibi sergilenmiş; oluk oluk kan akıtılarak huzur ve sükûn sağlanmıştı! Kürdistan’da aylardır sokağa çıkma yasakları ve ablukalarla yürütülen kirli savaşın, sadece postal sesleri dinletilmiş; bir gecede halka “seçim sizin” sinyali verilmişti.
Kürt halkını katletmek için girdiği savaşta öldürüldüğünde “şehit”, “kahraman” ilan edilen “henüz üç aylık evli”, “nişanlı”, “terhisine bir hafta kalmış” vs. 20 yaşındaki erlerin, iktidar savaşı içerisinde üstlerinden aldıkları emirleri yerine getirirken “hain” ilan edilmeleri; teslim oldukları halde, ne için savaştıklarını bile anlayamadan boğazı kesilerek öldürülmeleri, bu histerinin son sahnesi oldu. Ellerinde kemerlerle dövdükleri askerleri “karı gibi” ağlatanlar, yarı çıplak şekilde gözaltında tutanlar, bu erkeklik yarışında artık daha bir “erkek”ti! Hele tankın üzerinde ellerinde Türk bayrakları İstiklal Marşı okuyanlar! Onlar en “erkek”ti! Günlük yaşamda, zaten büyük oranda erkek işgali altında olan kamusal mekânların, dün gece erkekliğin şiddet sahnesine dönüşmesi; devletin sokağa çıkma çağrısına ilk kulak verenlerin erkekler olması tesadüf olabilir mi!
Gerçek şu ki; sokakta gördüğü her kadını taciz etme, kendisini reddeden kadına tecavüz etme hakkını kendinde bulabilen; boşanmak istediği ya da evlenmek istemediği için bir kadını boğazını keserek ya da onlarca yerinden bıçaklayarak katledebilen bu erkeklik, “devlet baba”sının geleneğinden çok fazla şey öğrendi. Toprakların “sahibi” olanların, kadınların bedenlerini de “işgal” etmeleri, tarihsel bir mirastı çünkü. Darbe ya da demokrasi! İktidar sahipleri gücünü yitirdiğinde, devletin “yönetim” şekli dönem dönem değiştiyse de, devletin karakteri hiç değişmedi. Köyleri yakılıp yıkılan Kürt kadınlarının belleğinde “asker” ne demekse, tutsak edilerek işkencelerden geçirilen devrimci kadınların belleğinde de “jitem” o demekti.
Şimdi, devletin güvenliğine (!) yönelik her tehdidin hesabı, halka ve devrimcilere ne kadar kesilecekse; daha da fazlası kadınlara kesilecektir. Eğer sokaklar hiç olmadığı kadar erkeklerin işgalindeyse; bu, devletin direnerek tarihini yeniden yazan kadınlarla yarım kalan hesabıdır en çok! Çünkü her erkek biraz devletse de, her devlet % 100 erkektir!
Kendi tarihimi yazıyor ve size sesleniyorum:
Nefret dolu dünyalarınızla yürüttüğünüz iktidar savaşı sizin olsun!
Bu kavga, erkekliğinizin kavgası!
Bu kavga, sizin kavganız!
Ama, asla bizim değil!
nidal 

No comments:

Post a Comment