Monday, March 2, 2020

Germany - against fascism and populism -

Faşizmin Adını “Popülizm” Koydular!


Almanya’nın Hanau kentinde 9 göçmen insanın öldürülmesiyle sonuçlanan son faşist katliam, bir kez daha, bu ülkedeki faşizmin ve faşist terörün münferit olayalar olmadığını, sistemli olarak geliştirilen ve derinleştirilen toplumsal bir olgu olduğunu daha da netleştirmiştir.
Bir ülkede 9 kişi katlediliyor ve faşist ideolojiye sahip Alman federal içişleri bakanı Horst Seehofer, Hessen eyalet başbakanı Volker Bouffier ve Hessen eyalet içişleri bakanı Peter Beuth hala koltuklarında oturabiliyor. Bu makamlarda oturanlar kılını kıpırdatmıyor ve bunların istifaları toplumun büyük bir kısmı tarafından istenmiyorsa, bu faşist eğilimin güçlü olduğunu ve devletin ise faşizmi beslediği ve faşist terörü koruduğu net olarak söylenmeli ve bunun bilincinde olunmalıdır.
Bu ilk değil çünkü.
Bir şehrin (Kassel) valisi öldürülüyor ve faşist katil için, “bireysel terörist” olarak adlandırılıyor ve arkasındaki faşist örgüt gizleniyor. Ya da faşist katiller için sık sık tekrarlandığı gibi “piskomanyak” damgası vurulup, “hasta” olduğu ilan ediliyor.
Mölln, Solingen katliamları çok gerilerde kalmadı. Onlara yenileri ekleniyor ve eklenecektir. Gelişmeler bunu net olarak gösteriyor. 2000-2007 arası aralarında bir polisin ve diğerlerinin yabancı (bir Yunanlı diğerleri Türkiye vatandaşı) olduğu toplam on kişiyi katleden faşist NSU (Nationalsozialistischer Untergrund) örgütünün içinde Alman istihbaratı olmasına karşlık, hiç bir önlem alınmadığı gibi, tersine, destek verilmiştir. Bu mahkeme kayıtlarına geçmiştir. Ve bu katliamı yapan faşist katillerde “şaibeli bir şekilde” ortadan kaldırılmıştır.
Faşist NPD (Almanya Miliyetçi Partisi) yöneticileri devletin gizli servisinin adamlarıydı. Hatta o zaman Almanya’da gündem olmuştu. “Alman devleti istihbarat görevlileriniı çekerse NPD yöneticisiz kalacak” diye. Bunu açıklayan 1968’lerin gençlik liderlerinden olan ve önce Yeşiller partisinin kurulmasında yer alıp sonra SPD’ye geçip Schröder-Fischer döneminin (1998-2005) federal içişleri bakanı olan Otto Schily açıklamıştı.1 Federal içişleri bakanının ağzından yapılan bu açıklama, faşist yapılanmalar ile devlet güvenlik güçlerinin içiçe olduğunun resmi belgesidir.
Bu devlet, faşizmi koruyor. Çünkü, bütün faşist örgütlenmeler, başta da AfD (Almanya İçin Alternatif) partisine karşı en küçük bir soruşturma açılmadığı gibi, parti faşist değil “sağ popülist” olarak adlandırılıyor. AfD ve diğer küçük faşist parti ve örgütlenmelerin kendilerine örnek aldığı parti ve ideoloji Hitler’in NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche Arbeitepartei –Almanya Milliyetci Sosyalist İşçi Partisi)’dir. Bunu pek gizlemiyorlarda.
Burjuvazi, bu partilerin yasaklanmasını önledi. Almanya Marksist Leninist Partisi (MLPD)  bu sorunu, defalarca gündeme getirmesine karşın, Alman tekelci devleti, faşist örgütlenmeleri koruma altına aldı. Alman tekelci burjuvazisinin faşist örgütlenmeye ihtiyacı var. Ve onu giderek geliştiriyor. Bütün bunlar, Alman İstihbarat Servisi ve Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) gözetiminde olduğu da bir gerçek.
Bunu nereden biliyoruz: NSU davasından ve son olarak 2018 Agustos ayında Chemnitz’de faşistlerin Yahudi ve göçmenlere saldırıları olayları arkasından, olayın “basit bir tepki” olduğunu açıklayan o dönemin Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) başkanı Maaßen’dı. “Faşist örgütlenmeleri gizliyor ve küçük göstermeye çalışıyor” diye, bu açıklama kamuoyunda tepki çekti. Bunun üzerine bu görevinden alındı, peşinden ise ödül gibi içişleri bakanlığında dengi bir göreve atanmıştı. O, Nazi faşist terörünü tehlike değil, islamcı örügtlenmeleri tehlikeli2 görüyordu. Oysa, Chemnitz olayı3, faşistler için şehirleri tek tek ele geçirme provasının bir ilk denemesiydi.
Alman basının bazılarında, ordu ve polis teşkilatları içinde nazi örgütlenmelerinin ciddi boyuta vardığının haberleri ara sıra yer aldı. Ancak, burjuva hükümeti, faşist terör örgütlenmeleri hedef alma yerine, komünistleri, devrimcileri, demokratik kitle örgütlenmelerini ve Kürt yurtseverlerini hedef aldı.
Hanau’daki faşist katlimadan sonra ise, devlet yetkililerin ve diğer burjuva partilerin temsilcilerinin ağzından “faşist terörü kınıyoruz”, “bu bir faşist terördür” sözü çıkmamıştır. “Sağcı terör eylemi” ya da “popülist çıkışlar”. Burjuvazi, faşistlere faşist demeye kıyamıyor. Ama, Kürtlerin kitap evini kapatabiliyorlar. Almanya ve Avrupa Birliği içindeki hiç bir ülkede yasak olamayn TKP/ML’nin, “üyesi” diye bir çok komünisti tutuklayıp yargılayabiliyorlar. MLPD’nin (Almanya Marksist-Leninist Partisi) yöneticilerini tehdit ve terörize edip, merkezi binalarını sudan gerekçelerle kapatabiliyorlar. Grup Yorum konser’lerini yasaklayabiliyorlar.
Bunlara karşın, faşist terör ülkede kol geziyor. Devletin güvenlik güçlerinin gözü önünde katliamlar yapıyorlar. Faşist partiler açıktan, yahudileri, göçmenleri ve komünistleri ölümle tehtid ediyor. Almanya’da faşist terör sadece göçmenleri hedef almıyor. Başta Alman komünistleri olmak üzere bir çok tanınmış demokrat ve hatta burjuva liberal kesimleri de hedef alıyorlar.
Sadece 2019 yılının ilk altı ayı içinde ırkçı-faşist saldırı sayısı 8 bin 605’dir. Bunun 179 yaralama, 363 şiddetli suç ve diğerleri ise tehdit ya da doğrudan saldırıdır.4
Demirel’in bir zamanlar: “Bana, sağcılar adam öldürüyor detirtemezsiniz” dediği gibi, şimdiki Alman emperyalist burjuva (CDU-SPD) hükümeti de aynı şeyi faşist neonaziler için yineliyorlar: “Bize, bunlar faşistir dedirtemezsiniz!”
Faşistlerin yabancıları hedef almasının esas nedeni, Alman halkı içinde yabancı düşmanlığını geliştirerek, faşizme bir kitle tabanı oluşturmak ve aynı zamanda göçmenler üzerinden Alman işçi ve emekçilerine korku salarak onları teslim almaktır. 1930’larda Alman faşzimi Yahudileri hedef alırken, esas olarak, Alman işçi sınıfı ve emekçileri faşist baskı yöntemiyle denetim altına almaktı.
Bugün de, göçmenler üzerinden dünün taktiği izleniyor. Bu, burjuvazinin, işçi sınıfına karşı geliştirdiği tarihsel olarak bilinen faşist saldırı taktiğidir. Almanya’da yoksullaşmanın (nüfusun %19’u yoksulluk sınırı ya da altında yaşıyor) artışıyla beraber, yabancı düşmanlığı da toplumda bilinçli olarak geliştiriliyor. Ve, yabancı düşmanlığını geliştirme oranı ile demokratik hak ve özgürlüklerin gaspı da paralel yürütülüyor.
Bütün bunlar:
Almanya’da sadece faşist bir terör tehlikesinin olduğunu değil, devlet düzeyinde de bir faşist yönetim eğilimin egemen olduğunu ve bunun giderek faşizme doğru kaydığını göstermektedir. İşte esas tehlike budur. Adeta Weimer Cumhuriyeti’nin son günlerinin yaşandığı bir durum söz konusu ve kapitalist-emperyalist sistemin içinde bulunduğu kriz ve uluslararası konjonktürde buna uygun. 22.02.2020***
1 Spigelonline. 26.01.2002
2 Oysa, 19 Aralık 2016 yılında Berlin’in göbeğinde kurulu neol pazarına TIR ile saldırıp 12 kişinin ölümüne neden olan dinci faşist katili ise Alman istihbaratının “iyi” tanıdığı ortaya çıktı. 209 agiústos azinin son
3 2018 Agustos aynın son haftası içinde faşist neonazilerin yahudi ve göçmenlere saldırısı. Polis, faşist saldırılara karşı çıkan halka saldırırken, neonazileri koruma altına almıştır.
4www.watson.de/deutschland/rehtsextremismus.

No comments:

Post a Comment