ile elimize e-posta yoluyla ulaşan açıklamasını öneminden dolayı olduğu gibi yayınlıyoruz.
‘’Baskı, sömürü ve zulüm politikalarıyla, emeğimize, ulusal ve inançsal kimliğimize, devrimci toplumsal bilincimize, doğaya ve insana dair yaşamdaki tüm değerlerimize saldıran, emperyalist- kapitalist sistem ve onun her bir coğrafyadaki gerici-faşist egemenlik sistemlerine karşı, sosyalizm ve yüce komünizm perspektifiyle, 1 Mayıs alanlarını kuşatalım, devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltelim!
Enternasyonal proletaryanın birlik-dayanışma-mücadele ve zafer günü olan 1 Mayıs’ı, işçi sınıfına, emekçi halklara, mazlum ulus ve azınlıklara, ötekileştirilmiş inanç guruplarına, kadınlara yönelik ağır baskı, katliam ve sömürünün yaşandığı bir tarihsel kesitte karşılıyoruz. Kanları ve canları pahasına, ezilenlerin özgürlük düşleri için, devrimci eylemleriyle tarihin ileriye gidişine köşe taşı olan 1 Mayıs şehitlerini saygıyla anarken, Emperyalist-kapitalist sistem ve O’nun tüm gerici-bağnaz türevlerinin gerçekleştirdiği sömürü ve katliamlara karşı, devrim mücadelesini her tarihsel kesitte bir adım ileriye taşıyan birikimimizle savaşıp kazanacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz.
Bugün emperyalist-kapitalist sistem, direk ya da işbirlikçisi güçler aracılığıyla, işgal ettiği coğrafyalar dahil, yerkürenin tüm alanlarında azgın sömürü ve zulüm politikalarını, kapsamlı ve fütursuzca uygulamaktadır. Katliam ve ağır sömürü koşullarında, her türlü adaletsizlik ve eşitsizliğin derinleştirildiği bir tarihsel kesitte, dünya işçi sınıfı, halklar ve ezilen uluslar, emeği ve coğrafyalarındaki doğal değerleriyle tam bir kuşatmaya alınmış durumdadır. Arap yarımadası, Ortadoğu, Pasifik merkezli derinleşen emperyalist hegemonya savaşı ve emperyalist blokların çıkar dalaşı, gerici bölgesel iktidarlar ve güçler üzerinden kirli çıkar savaşlarına dönüşmüş, savaşın tüm ağır faturaları, ezilen halklara, mazlum uluslara, katli vacip kılınan inanç guruplarına, kadınlara ve çocuklara ödetilmektedir. Somut olarak, Suriye ve Ortadoğu merkezli süren emperyalist hegemonya savaşının neden olduğu, yaşlı, çocuk, kadın, kitlesel ölümler, zorla göçler, insanlık açısından tarihte eşi az rastlanan trajediyi ifade ederken, bu tablonun yaratıcıları olan gerici güçlerin, bu tablo üzerinden içte ve uluslararası alanda kendi gerici iktidarlarını koruyacak politikalar geliştirmeleri, bir başka açıdan uygulanan vahşete dönüşmektedir. AB emperyalist ülkeleri ve ABD başta olmak üzere, sömürücü emperyalist iktidarlar, nedeni oldukları bu gerici savaşların vahim sonuçlarını, “dinler çatışması”, “mülteciler sorunu”, “yabancılar meselesi” gibi konular üzerinden maniple ederek, ırkçı, faşist politikaların uygulama zemini haline getirmeleri, işçi sınıfı ve geniş halk kitlelerinin, kazanılmış ekonomik-demokratik haklarına karşı geliştirilecek kapsamlı saldırıları formüle etmektedir. AB emperyalist ülkeleri, ABD merkezli geliştirilen süreçle, yaşanan seçimlerle aşırı sağcı-kafatasçı siyasal burjuva akımların geliştirilmesi ve bu baskılanma ile işçi sınıfı ve ezilen halkların demokratik, ekonomik haklarının budanması, akabinde uluslararası politikanın, bu gerici ideolojik doku ile derinleştirilmesi, bugün emperyalist- kapitalist sistemin ana yönelimidir.
Emperyalist-kapitalist sistemin ve onun tarihsel koşullar itibarıyla öne çıkmış çok kutuplu uluslararası tekellerin, mevcut bu saldırıları, emperyalizme bağımlı komprador tekelci işbirlikçi kapitalist karakterli Türk hakim sınıfları özgülünde, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ da daha ağır uygulanmaktadır. “TC” faşist tarihsel dokusunu, kendi iktidarında, kendi sınıfsal karakterine uygun olarak kurumsallaştıran AKP-Erdoğan diktatörlüğü, Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryası, Kürt ulusu, azınlık milliyetler, ezilen inanç gurupları, kadınlar ve çeşitli cinsel kimlikler üzerinde boyutlanan baskıları uygulayan gerici kumanda merkezi olmuştur. 7 Haziran seçimleriyle ortaya çıkan devrimci, aydın toplumsal iradenin açık faşist yöntemlerle darbelenmesinin devamında, gerici kliklerin açık dalaşının ilanı olan 15 Temmuz darbe girişimini, karşı darbe ile avantaja dönüştüren AKP-Erdoğan diktatörlüğü, planladığı kanlı süreci, ırkçı MHP koalisyonu ile “ortaklaştırmış”, entrika ve hile ile son referandumla çıkardığı sonuçla, açık faşizm koşullarında bir merkezileşme sürecine girmiştir. OHAL koşulları ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle,oluşturulan açık faşizmin “hukuku” ile, referandumda yapılan açık hilelerle halkın iradesi darbelenmiş, faşist diktatörlük, niteliği gibi meşru olmayan yöntemlerle, faşist diktatörlüğün tek elde merkezileşmesine burjuva “hukuksal” zemin ve toplumsal sosyal “dayanak” oluşturmuştur. Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve ezilen halkları, mazlum Kürt ulusu ve azınlıklar açısından meşru olmayan iktidar biçiminin, meşru olmayan bir yöntemle sürecini örgütlemesi, meşru devrimci mücadele ile karşılık bulacaktır.
Türk hakim sınıflarının mevcut iktidarı AKP-Erdoğan diktatörlüğü, dünü ve bugünü ile, işçi sınıfı, ezilen halkların, milli zulüm altındaki Kürt ulusunun, Alevilerin, kadınların, LGBTİ’ lerin, tüm demokratik haklarını, faşist baskısı için gerekçe haline getirmiş, tüm kazanılmış haklara açık faşizm koşullarıyla azgınca yönelmektedir. İç ve dış politikada, gerginlik ve şiddet siyaseti üreterek kendi sürecini organize eden faşist diktatörlük, ırkçılık ve şovenizmi geliştirerek sosyal zeminini oluşturduğu topyekün savaş konseptiyle, halklarımıza karşı gerici bir seferberlik ilan etmiştir.
AKP-Erdoğan diktatörlüğü, işçi sınıfına karşı uygulanacak daha fazla sömürü ve baskının faşist siyasal iktidarıdır. Esnek çalışma, taşeronlaştırma, ucuz emek, ilkel çalışma koşulları, üretim alanlarındaki işçi cinayetleri, örgütsüzleştirme, ekonomik-demokratik hakların gasp edilmesi, sıfırlanan iş güvencesi, kadın ve çocuk emeği sömürüsü, memur ve emekliye dayatılan sefalet vb. uygulamaların çalışma rejimi haline getirildiği bir süreci daha da derinleştirmektedir. Ülkenin tüm zenginlik kaynaklarını emperyalist tekellere peşkeş çekerken, işçi sınıfı ve emekçi yığınlara yoksulluk ve sefalet yaşamı dayatmaktadır. OHAL ve “milli menfaatler” gerekçesiyle yasaklanan grevler, sonuçsuz bırakılan toplu sözleşme görüşmeleri, işçi sınıfı ve emekçilerin tüm yaşamsal haklarına yönelen saldırılardır. İşçi sınıfının ve emekçi halkımızın değerlerinin, emperyalist tekeller ve komprador işbirlikçi tekelci sermayenin denetimine sunmak olan “varlık fonu” projesin, “istihdam seferberliği”, “işsizlik fonuna” devredilmeye çalışılan Kıdem tazminatı hakkının, OHAL koşullarıyla dayatılması ve gelişecek toplumsal muhalefetin KHK’larla zapturapt altına alınması, kapsamlı sömürü ve baskı siyasetinin birkaç örneğidir sadece.
“TC” nin mevcut iktidarı, AKP-Erdoğan diktatörlüğü, Kürt ulusu başta olmak üzere, tüm azınlıklar, Aleviler başta olmak üzere farklı inanç guruplara zulüm uygulayan, kitlesel kırımlardan geçiren faşist bir iktidardır. Türk ırkçılığı ve Sünni İslam çizgisi dışındaki tüm kesimleri, potansiyel suçlu kapsamına almakta ve kendi iktidarının bekası için, her türlü baskı ve katliamı reva görmektedir. Bugün Kürt ulusunun bölgesel kazanımları dahil, tüm ulusal demokratik haklarına, bölgesel bir konsept geliştirerek saldırması, bu niteliğinin sonucudur. Kuzey Kürdistan’ da, yerel yönetimler, milletvekilleri özgülünde var olan Kürt ulusunun iradesine tutuklamalar ve baskılarla yönelmesi, yerleşim alanlarının kitlesel katliamlarla yakılıp yıkılması saldırganlığının, Sincar,Rojava, Şengal işgal saldırılarıyla birleştirilmesi, ”TC” nin Kürt ulusunun her hangi bir alandaki en ufak ulusal demokratik hakkına karşı olan tahammülsüzlüğüdür.
Devrimci, sosyalist, komünist, aydın, demokrat kişi, kurum ve önderliklere karşı geliştirilen topyekün yönelim, demokratik kurum ve yayınların kapatıldığı, en ufak demokratik toplumsal muhalefetin polis-asker kuşatması ile baskı altına alındığı, soru sormanın dahi yasaklandığı bir gerici kuşatma ile birleşmiştir. Bu kuşatma kadına yönelik gerici baskı ve politikalarla daha özgün hal almaktadır. Gerici siyasal iktidar, beslediği toplumsal sosyal ortamla, kadına yönelik taciz, tecavüz, cinayetlerin önünü açmış, toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği olarak özneleşen kadına yönelik, baskı, işkence ve tutuklamalarda daha da pervasızlaşmıştır.
Faşist diktatörlüğün bu denli pervasız saldırdığı bu tarihsel kesitte, Partimiz, işçi sınıfını, sömürülen ve ezilen tüm emekçi halkımızı, milli zulüm altındaki Kürt ulusunu ve diğer azınlık milliyetleri, inançsal baskı altındaki Aleviler ve ötekileştirilmiş inanç kesimlerini, öğrenciler, kadınlar ve cinsiyetçi baskılara maruz kalan LGBTİ leri, 1 Mayıs’ta alanları güçlü bir karşı koyuşun mevziisi haline getirmeye çağırmaktadır. Tüm bu saldırılara karşı direnmek ve bu direnişi devrimci savaşla birleştirmek meşru bir haktır.
Faşizmin ve faşist politikaların tek elde merkezileşmesi amacıyla yapılan 16 Nisan referandumu, OHAL koşullarıyla gerçekleştirilmiş, burjuva gerici rejimin dahi hukuku hiçe sayılarak işletilen bu eşitsiz sürece karşın, Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilen halkları tekçi faşist merkezileşmeye hayır demiştir. Hile ve entrika ile çıkarılan “evet” sonucu gibi, faşizmin hiçbir siyasal süreci meşru değildir. Ama buna karşı mücadelenin zemini gerici burjuva hukuk değildir. Sandıkta çıkan halkın gerçek iradesi, süreci toplumsal devrimci muhalefetle alanlara taşımalıdır.
1 Mayısın kızıllığı bu muhalefetimizin rengidir. Düzen içi anlayışlar ve işbirlikçi sendikalar ve 1 Mayıs alan tartışması üzerinden, kavga günü olan 1 Mayısın içeriği boşaltılmak istenmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan mücadele tarihi açısından, Taksim’in önemi, mekânsal bir sorun değil, bir içerik sorunudur. Bugün Faşizm Taksim meydanını yasaklı ilan etmiş ve kuşatmıştır. İşbirlikçi sendikalar ve bazı kurumlar üzerinden, protokol düzeyine indirgenen Taksim’de ısrar, devrimci ve komünistler açısından her zaman günceldir. Ama bu güncellik, 1 Mayıs alanına akan toplumsal muhalefeti parçalı hale getirmeyi doğrulamaz. Tüm devrimci ve toplumsal muhalefetin, sürece uygun politik kararıyla belirlenen alanlarda olmak, 1 Mayıs’ın tarihsel önemi ve kavga birikimi gibi, Taksim direniş geleneğini bu alanlara taşımak, militan ve kararlı duruşumuzu faşizme karşı bir öfkeye dönüştürmek, enternasyonal proletaryanın birlik-mücadele ve zafer gününün anlamı olacaktır.
Sömürülen işçi sınıfı ve halklar, milli zulüm altındaki Kürt ulusu, Aleviler ve ötekileştirilmiş inançlar, baskı altında yaşamı köleleştirilmiş tüm ezilenlerin düşmanı faşist diktatörlüktür. Sosyal konumlanma ve öncelikler bağlamında, taleplerimiz farklılaşsa da, tüm bu taleplerimizi, faşist diktatörlüğü temelden sarsacak stratejik yönelimimizde ortak hedefe yöneltmek elzemdir. Faşizm, ezilenlerin devrimci ve komünist önderliğiyle birleşerek sürdürdükleri devrimci savaşla yıkılacak. Faşizme karşı tüm mücadele araçlarını, siyasal iktidarı zapt etme olan Sosyalist Halk Savaşı stratejimizle birleştirmek, Partimizin devrimci savaş perspektifidir. Çünkü gelecek Sosyalizm ve nihai hedefimiz komünizmle özgürleşecektir. Devrim ve sosyalizm yürüyüşümüzle, 1 Mayıs alanlarında birleşelim, haykıralım.’’
1 Mayıs Kızıldır kızıl kalacak!
Yaşasın birlik-mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs!
Biji Yek Gulan!
No comments:
Post a Comment