EGEMENLERİN YÖNETEMEME KRİZİ
DERİNLEŞİYOR, SALGININ BİR NEFES MOLASI OLMASINA İZİN
VERMEYELİM, MÜCADELEYİ YÜKSELTELİM!
31 Mart 2020
Ekonomik, siyasal, sosyal,
kültürel, psikolojik olarak daha şimdiden yıkıcı sonuçlar
üretmiş ve devam ettikçe sonuçları üstel biçiminde büyütecek
olan bir sürecin içindeyiz. Bizim için tayin edici sorun böyle
bir sürecin içerisinde proletarya partisinin nasıl konumlandığı
veya konumlanacağıdır. Konumlanışımızı belirleyen biricik
kriter temsil ettiğimiz sınıfın ve dolayısıyla diğer ezilen
halkın çıkarlarıdır. Partimiz açısından proletaryanın
çıkarları onun kurtuluş mücadelesine bağlıdır. İçerisinde
bulunduğumuz süreç ne kadar öncekilerden farklı ve
kıyaslanamayacak denli karmaşık olursa olsun yolumuzu ve yönümüzü
bu anlayış belirlemek zorundadır.
Kitlelerin iş, aş ve gelecek
sorunu derinleşmişken, covid-19 salgınıyla birlikte bu sorunları
kat be kat artmış, bununla birlikte yaşamları da riske girmiş,
hayatta kalma sorunu ortaya çıkmıştır. Milyonla ifade edilecek
bir kitle (bir çalışmaya göre dört milyonu aşkın bir kitle)
virüs nedeniyle işini kaybetmiştir ya da kaybetme tehlikesi ile
yüz yüzedir. Çalışanlar ise her an işsiz kalma tehlikesiyle
karşı karşıyadır. Halkımız işsiz kalmaktansa korona tehdidi
koşullarında çalışmaya mecbur bırakılmaktadır. Çünkü
halkımızın banka ve kredi kartı borçları 624 milyar, takibe
alınan kredileri ise 62 milyar TL’dir. Bu borçları ödeme
zorunluluğu dışında bir de geçim sorunu vardır, bir gün
çalışmasa aç kalacaktır. Dolayısıyla çalışıyor olmak yani
ücret almak korona virüse yakalanma tehlikesinden çok daha gerçek
ve yakıcıdır.
Resmi açıklamalara göre 24
Mart itibariyle salgına tedbir amaçlı 210 bin işyeri kepenk
kapatmıştır. Bu işyerleri 1 ile 9 kişi çalıştıran kafe, bar,
sinema salonu, çay bahçesi, lokanta, berber, mağaza, küçük
atölye vs. ağırlıklıdır. Bunun yanında AVM’lere de ciddi
düzeyde kısıtlama getirildiği bir kısmının kapatıldığı
görülmektedir. Açık olan işyerlerinin ise ciddi bir iş kaybına
uğraması söz konusudur. Yani ilk etapta küçük ve orta
işletmelerde “tedbirler” alınmıştır. Resmi rakamlara
göre küçük ve orta işletmelerin (KOBİ’ler) bankalara olan
kredi borçları 620 milyar liradır. Kepenk kapatmalar borçların
büyümesini, iflasları getirecektir. Tedbir amaçlı kapatılan
iş yerlerinde bir milyondan fazla çalışanın olduğu tahmin
edilmektedir. Fiilen bu kesim işsiz kalmış durumdadır.
Virüsün ekonomik yaşama
yansıması bununla sınırlı değildir. En başta tüm hizmet
sektörü olmak üzere, mobilya, tekstil, toptancı, yeme-içme,
konaklama, seyahat gibi iş kolları da bu süreçten etkilenen
sektörlerdir. Bu alanlarda bir milyona yakın işyeri ve yaklaşık
dört milyon çalışan bulunmaktadır. Virüsün bu sektörleri açık
ve kesin olarak vurduğu görülmektedir. Yüzbinlerce iş yeri
kepenk kapatmakla ve milyonlarca insan işsiz kalma tehlikesi
altındadır. Bu durum virüsün yayılması ve alınan ek
tedbirlerle birlikte gerçekleşmektedir. Alınan tedbirlerin ilk
etapta bu sektörleri güçlü bir şekilde vurması söz konusudur.
Faşist diktatörlüğün krizin büyümesinden duyduğu korku
uluslararası ölçekte alınan tedbirlerden oldukça uzaktır.
Halkın yaşamına dair açıklanmış ciddi hiçbir ekonomik paket
söz konusu değildir. Tam tersi “Milli dayanışma” adı
altında “biz bize yeteriz” sloganıyla, halktan para toplama
kampanyası başlatılmıştır. Bu devletin kriz karşısında hem
iflas bayrağını çekmesini, hemde halka faturayı kesmenin ilk
adımları olarak okunmalıdır. Türk hakim sınıfları böylesi
bir kriz anında dahi, halkın karşısına şovenist bir yaklaşımla
çıkarak nakit para peşine düşmesi halk düşmanlığında ki
pervasızlığının bir göstergesidir.
Sürecin henüz başındayız,
kitleler hala şaşkınlığını atabilmiş değildir, şok evresi
devam ediyor. Bu durum fazla uzun sürmeyecek, kitleler gerçek
sorunlarıyla baş başa kalacaktır. Egemen sınıfların ekonomik,
siyasal krizi gibi virüsün de faturası ezilen halka kesiliyor;
kitleleri bekleyen gelecek bugünkünden daha kötü ve karanlıktır.
Sürecin başından itibaren zayıf devlet yapısı ve krizli
iktisadi yapı halkın temel gereksinimlerini, ekonomik ve sosyal
ihtiyaçlarını, sağlık gereksinimini, ekonomik sorunlarını
çözmeye yönelik tedbirleri yaşanan krizin yanında yok
düzeyindedir. İşsiz kalan kesimler kendi kaderleriyle baş başa
bırakılıyor, “evden çıkmayın” çağrıları temel
gereksinimleri karşılamaya dönük hiçbir yaklaşım
geliştirilmeyerek hayata geçiyor. Faşist devlet halka verebileceği
hiçbir şey olmadığından halkı ancak “dua etmeye” ve
“korona’ya yakalanmamaya” çağırabiliyor. Tayyip Erdoğan’ın
bizzat açıkladığı tedbir paketleri ise “kredi teşvikleri”,
ticari tedbirler, krizin fırsata dönüşmesini amaçlayan ekonomik
yatırımlarıyla sınırlı olmaktadır. Sosyal ve ekonomik yaşamın
devamını sağlayacak bir esneklik ve bu durumdan fırsat devşirmeye
çalışan bir devlet aklı söz konusudur. Koşulları ekonomik
düzeyde nasıl avantaja çevireceğine dair bir yaklaşım Tayyip
Erdoğan tarafından açık bir şekilde ifade edilmektedir.
Bunların ise yaşanan krizde bir karşılığı yoktur.
Milyarca dolar olarak sunulan tedbir paketlerinin içinde halkın
gereksinimlerine denk düşen milyon dolarlarla ifade edilen sınırlı
gıda yardımları olmaktadır.
Bu durum krizli olan sistemin
daha fazla krizle karşı karşıya gelmesini kaçınılmaz kılıyor.
“Korona günleri” nde de geçerli olmak üzere karşıt sınıflar
arasındaki çelişki daha da keskinleşiyor, sınıflar arasındaki
mücadele daha da kızışıyor. Oluşan tablo çöken sağlık
sistemi, çaresiz kalan devlet gerçekliği, egemen sınıfların
çıkarlarını önceleyen tedbirler olmaktadır. İşçi sınıfı
ve halkın payına düşen ise esnek çalışmanın koşullarının
oluşması, devasa boyuta ulaşan işsizlik, elinde avucunda olan her
şeyin kaybedilmesini sağlayan koşullar, sosyal ve ekonomik
haklarının tırpanlanması, yapılan zamlar ve salgınla can
güvenliğine dair alınmayan tedbirler olmaktadır. Bu sınıf
çelişkilerini keskinleştiren bir tablonun ortaya çıkmasını
sağladığı gibi, sınıf mücadelesinin ivme kazanmasına
olabildiğince uygun koşullar yaratmaktadır.
Bu durum ve koşulların bize
yüklediği görev ve sorumluluklar vardır. Yaşanan gelişmelerin
iktidar ve devrim mücadelesi perspektifinden ele alınması
gerektiği, halkın çıkarlarının bu yaklaşımla ancak korunup
geliştirilebileceği unutulmamalıdır. Bu eksende
sorumluluklarımızı sahiplenip devrim mücadelesini yükseltmemiz
gerekmektedir.
Egemenlerin Hiçbir
Kurumuna Ve Medyasına Güvenme!
- Bütün mücadele biçim ve araçlarıyla kitlelere seslenmeyi, onlara gerçeği anlatmayı sürdürmeliyiz. Salgının nedenleri, sonuçları ve egemen sınıfların bunun karşısında aldığı konumlanışı yaygın bir teşhir çalışmasıyla halka anlatma görevimiz vardır. Karlılık anlayışı ile şekillenmiş sağlık sistemi tüm yetersizliği, eksikliği ve halkı düşünmeyen yapısıyla çirkin yüzünü göstermiştir. Halkın sağlığı, sermayenin acımasız pençeleri arasına alınmış, adeta bağıra çağıra gelen tehlikeye karşı hiçbir önleyici tedbir alınmamıştır. Sonrasında ise meseleyi ciddiye almaktan uzak bir devlet yaklaşımı oluşmuştur. Hastalığın teşhisinden, tedavisine kadar uzanan süreç boyunca kar oranlarının eğrilerine göre dizayn edilmiş sağlık sistemi, salgın karşısında çaresizleşmiştir. Kuşkusuz bu çaresizlik parası olan için değildir. Sömürülen yoksul halk için geçerlidir. Sistemin dünden bugüne halkın çıkarları için hiçbir şey yapmadığı, yapmaya dair hiçbir hesabının olmadığı tam tersi halka düşmanlıkla şekillenmiş bir yapısı olduğu unutulmamalıdır. Bu salgın bu gerçeğin bir kez daha ve keskin bir biçimde açığa çıkmasını sağlamıştır.
- Virüs salgınının yarattığı sağlık sorunları karşısında egemen sınıflar örgütlenmiş yapısıyla tüm süreci manipüle eden, kitleleri paniğe sevk eden bir yaklaşım içindedir. Meseleye, tehlikeleriyle ve alınacak önlemlerle birlikte hakim olmak önemlidir. Gerici egemen sistemin hiçbir kurumunun güvenilmez olduğu daha net görülmüştür. Halk sağlığını önemsemeyen yaklaşım tüm yönüyle açık hale gelmiştir. Bu eksende dürüst ve güvenilir bilim insanları, halkın çıkarlarını gözeten sağlık örgütleri, halk için çalışan gönüllüler grubu bu süreçte temel referans olarak görülmelidir. Onların bilgilendirmeleri, sundukları çözüm ciddiye alınmalı ve örgütlü bir hareketle kitlelere anlatılmalıdır. Gerçekten bilimi halkın çıkarları için ele alan bilim insanları, meslek örgütleri bu süreçte daha örgütlü bir duruş içinde olmalı ve halkı en doğru ve etkin şekilde bilgilendirmelidir.
- Egemen sınıfların manipülasyon araçları haline gelen medyası bu süreçte felç olmuştur. Böylesi bir salgında dahi halkı paniğe sürüklemeyi, korku iklimi yaratmayı, kitleleri istediği biçimde ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeyi temel hedef yapmıştır. Halkın sorunlarıyla ilgilenen, sisteme muhalif basın-yayın organları sürece dair bilgilendirme aracı olma rolünü daha güçlü üstlenmelidir. Daha etkin ve yaygın bilgilendirme, gerçekleri anlatma, dürüst bilim insanlarının ve sağlık örgütlerinin çalışmalarını yayma görevi üstlenilmelidir. Bu süreçte halkın dezenformasyon girdabına çekilmesine, komplo teorileriyle kafasının karıştırılmasına karşı açık ve kesin bir sınıf savaşımı yürütülmelidir. Geniş kitleler gelişmeleri sıkı ve yaygın bir şekilde takip etmekte, örgütsüz yapısı sunulan şeylerin tasnif edilerek doğruya ulaşılmasında engel oluşturulmaktadır. Bu süreç etkili bir enformasyon sürecinin örgütlenmesini getirmelidir. Doğru olan bilgiye, bilimsel olana ulaşmaya yönelik yaklaşım örgütlü, organize ve yaygın bir şekilde hayata geçmelidir. “Sistem ve onun bilgilendirme yöntemi Halk Sağlığı için zararlıdır” bu süreçte şiarımız olmalıdır.
Virüsün
Azmettiricileri Ve Salgın Süresince Kabaran Sicilleri
- Virüs salgınına karşı tedbir ve mücadelenin aynı zamanda politik bir çalışma olduğu, bu eksende ele alınması gerektiği açıktır. Ancak bütünlüklü politik hedeflerimiz ve amaçlarımızın sadece bir parçasıdır. Virüsle mücadele ve buna karşı tedbir emperyalist sisteme ve faşizme karşı mücadelemizi, bu eksende belirlenmiş politik iktidar hedefli çalışmalarımızı ve bütünlüğümüzü bozmamalıdır. Virüsle yürütülecek mücadele örgütlü duruşu pekiştirmeyi, güçlendirmeyi ve onunla kendi gücümüzle baş etme koşullarını yaratmaya odaklanmalıdır.
- Emperyalizmin ve faşizmin bu salgında bir kez daha emekçi yığınlara “yangında ilk gözden çıkarılacaklar” muamelesi yapması söz konusudur. Onları ilgilendiren halkın virüsle kırıma uğraması değildir. Buna dair tedbir almayan, bunu önlemeye yönelik bilimi ve teknolojiyi seferber etmeyen onlardır. Zira onlar bilimi ve teknolojiyi insan öğüten savaş makinalarını üretmeye, onları geliştirmeye seferber etmektedir. Gericilik Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da gerçekleştirdiği operasyonlarla korona virüsünde bugüne kadar yaşanan ölümleri bir gecede savaş makinalarını çalıştırarak gerçekleştirmektedir. Onlar için ezilenlerin canının beş paralık bir değeri yoktur. Binlerce kilometre uzaktan uçakları ile, savaş gemileriyle, on binlerce askeriyle, en gelişkin savaş aygıtlarıyla Pazar alanlarında hakimiyet elde etmek ya da pekiştirmek için seferber olup yüzbinlerce insanı acımasız bir şekilde katleden emperyalistlerin salgınlarda halkın canını önemseyeceklerini düşünmek gerçeklere gözünü kapatmak olacaktır. Faşizmin savaş seferberliği ilan ederek T.Kürdistanı şehirlerini binlerce Kürdü, büyük politik-ekonomik çıkarları için Rojava ve Suriye’de işgale girişerek on binlerce insanı katleden gerçekliği, ölümler karşısında ne kadar hassas olacağına dair başka politik gerçeklerdir. Halkın canı, sağlığı ve çıkarları ile ilgilenmeyen, salgının ekonomisine ve çıkarlarına zararını azaltmaya çalışan, krizini bu şekilde toplumsallaştırmaya çalışan bir yaklaşımı söz konusudur. Emperyalizmin, faşizmin ve tüm gerici güçlerin ve sistemlerin virüs salgınında oluşan kırımda sorumluluğu birinci derecedir. Bu asla unutulmamalıdır.
- Virüsle mücadelede dayanışma ruhu oldukça önemlidir. Ancak sorunu sadece dayanışma politikasına indiren yaklaşım sorunun büyüklüğü, yarattığı sonuçlar, geniş kitlelerin faşizmin insafına kalmış gerçekliği karşısında hiçbir şey dememek anlamına gelmektedir. Salgının yarattığı korku, panik hali ve egemenlerin kitleleri çaresizliğe sürükleyen yaklaşımları, bu tabloyu tersine çevirmeye yönelik yetersizlikler, geniş halk yığınlarının “çaresiz” kalması durumu, üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir gerçeğe işaret ediyor. O DA ÖRGÜTLÜ OLMANIN, ÖRGÜTLÜ YAPININ GEREKLİLİĞİ, ZORUNLULUĞU. Alınması gereken tedbirlerin sağlanması, sağlık hakkının sağlanmasına yönelik etkili olunması, işsizlik ve kepenk kapatmayla sonuçlanan tedbirlere karşı sosyal-ekonomik haklardan yoksun olma hali, bu türden felaketler için ödenmiş yüz milyarlarca dolarlık fonların halk için geriye dönüşünün olmaması, böylesi olağanüstü salgın ve felaketler karşısında halk kitlelerinin organize olamaması gibi esaslı meseleler örgütlü gücün önemini daha fazla çığa çıkarmıştır. Bu süreçte dayanışma organizasyonları da dahil her girişimin halk güçlerini birleştirme, örgütlülük bilinci oluşturmaya hizmet eder hale getirilmesi gerekmektedir. Oluşan sorunların ve elbette bu sorunun kaynağında sistemin kendisi vardır. Devrimci-demokratik temelde bütünlüklü bir mücadele ve örgütlenme hattı oluşturulmadığı, buna dair güçlü bir politik çalışma ve propaganda ağı örülmediği sürece geçici dayanışma girişimleri dönemsel karakter kazanmaktan, sistemin ve uzantılarının kurduğu daha organize dayanışma çalışmaları karşısında yenik düşmekten kurtulamayacaktır. Zira sistem ve uzantılarının bu süreçte en iyi yaptığı şey “dayanışma” adı altında sistemin açığını-gediğini kapatmak olmaktadır. Bizim görevimiz ise öncesi ve sonrası ile sorunun özüne inmek, kitlelerin bu özü ve esası kavramasını sağlamak ve süreç içinde ve sonrasında oluşan keskin çelişki üzerinden devrimci-demokratik mücadeleyi ve örgütlülüğü güçlendirmek ve geliştirmek olmalıdır.
- Bu süreçte kapitalist-emperyalist sistemin ve ona bağlı gerici-faşist devletlerin milliyetçiliği körükleyen politikalara sarılması söz konusudur. Salgının kaynaklandığı yerden başlayarak, devamında salgının yayıldığı ülkeler ve toplumlara uzanan, arkasında sınırların kapatılması ve seyahatlerin durdurulmasına kadar uzanan tedbirlerin her biri milliyetçiliği körükleyecek, bu zemini besleyecek şekilde kullanılmaktadır. Salgının tüm dünya genelinde yaşanması gerçekliğine rağmen salgınla mücadelede her ülkenin kendi gücü, olanakları ve sınırları içinde kalmasını sağlayan bir tedbirler silsilesi geliştirilmektedir. Bu eksende sınırlar belirginleştirilmekte, uluslar ve toplumlar arasına bariyerler kurulmakta, her toplum ve ülke kendi içinde tecrit olma politikasına sarılmaktadır. Bu sınırları yükseltmeye dayalı politikanın ve yaklaşımın hiç kuşkusuz milliyetçiliği büyütecek sosyal ve siyasal sonuçları örgütlemesi kaçınılmazdır. Salgınla mücadelede “her toplum kendi bacağından asılsın” yaklaşımı makro ölçekli yaklaşımken, “herkes kendi bacağından asılsın” şekline bürünen sınıfsal yaklaşımla tecrit ve izolasyona dayanan mikro ölçekli bütünlüklü bir politika benimsenmiş ve hakim hale gelmiş durumdadır. Virüsle mücadelenin toplumsal karakteri böylece parçalanmakta, bencillik ve bireycilik beslenmektedir. Kendi toplumuna ait olmayan kesimlerin tehlikeli bir virüs gibi algılanmasını sağlayacak milliyetçilik ise büyük resmin bir parçasıdır. Bunun yer yer düşmanlıkla beslendiği görülmektedir. Tüm dünya Çinlilere hatta yetmez tüm çekik gözlülere düşmanlaştırılırken, tüm Avrupa İtalyanlara karşı öfkeli hale getirilmektedir. Ulusun ve toplumun parçası olmayan kesimlerin ait olduğu toplumda sağlık hizmetlerinden faydalanması, onlara ayrılacak her hizmetin kendi haklarından kesildiğine dair bir düşmanlaşma politikası güçlenmektedir. Bu eksende özellikle on milyonlarca göçmenin bulunduğu dünyada ve özellikle salgının merkezi konumuna gelen Avrupa’da göçmen ve mülteci düşmanlığı körüklenecektir. Bunun karşı reaksiyonlara işçi ve emekçi sınıflar arasında bir düşmanlaşmaya dönüşmesi, milliyetçiliğin ve ırkçılığın güçlü bir eğilim haline gelmesi durumunu gelişmeler olgunlaştırmaktadır. Ekonomik krizin derinleşmesi, işçi ve emekçilere kesilecek ağır faturalarla egemenlerin bu gerici silahı daha etkin şekilde kullanacağı açıktır. Bu süreçte şovenizm zehrinin işçi ve emekçilere daha güçlü şekilde aşılanması durumu söz konusudur.
Emekçiler Evde
Değil Çünkü!
- Sistemin önleyici tedbirler almaması yanında salgını engelleyecek tedbirlere yaklaşımı da tam da gerici karakterine, halk düşmanı çizgisine uygundur. Bugün dünyanın birçok yerinde ve ülkemizde en önemli tedbir meselesi olarak “OHAL”, “SIKIYÖNETİM”, “SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI” tartışılmaktadır. Bu uygulamalar ise “çalışmak zorunda olanları” kapsam dışı bırakarak ele alınmaktadır. Bunun çerçevesi ise ağırlıklı olarak ekonominin en az zarara uğraması, devlet bütçelerinin zarar görmemesi, sermayedarların mağdur olmaması, “ihracat ve ticarette devamlılığın” aksamaması, sermaye dolaşımının mağdur edilmemesidir. Bu kaygılar ön plana çıkarılarak tedbirler tartışılmaktadır. Bu anlamda “sokağa çıkma”, “ohal” vs. tartışmalarının her biri sistemin kendisini sigortaya alacak bir anlayışla biçimlendirilmektedir. Egemen sınıfların neyi yasaklayıp neyi özgür bırakacağı meselesi onun sınıfsal ve tarihsel çıkarlarından bağımsız düşünülemez. Bu yaklaşımdan kopuk ele alınacak bir değerlendirme egemenlerin sorunu sınıflar üstü bir mesele gibi topluma benimsetme çabasına çanak tutacaktır. Egemen sınıflar tam olarak neyi yasaklayıp neyi özgür bırakacakları meselesinde sınıfsal çıkarlarını çok iyi bildikleri için kararlı ve net durmaktadırlar. Panik ve korkuyu yaygınlaştıran, büyüten, krizi virüse mal ederek ortaya çıkan tabloda tüm mücadeleyi bu sonuca karşı yönlendirme ve esasta kitlelere “kendi OHAL’ini kendin kur”, “gönüllü karantina”, “evde kal” çağrıları yaparak tedbir meselesini emekçi sınıfın üstüne yıkmak ve onlar üzerinde tam bir egemenlik kurmayı amaçlamaktadır. Çözüm üretmediği, üretmeye çıkarlarının ve gücünün el vermediği koşullarda sorumluluk halkın omuzlarına ustaca yıkılmaktadır.
- Egemen sınıfların kendilerini tam donanımlı sağlık ekipmanlarıyla korunaklı ve konforlu evlerine çekip “evde kal!” çağrısına karşılık emekçiler evde değildir!
Evde değiller çünkü hayat
eve sığsa da ekmek evde değil ve her gün çalışarak onu evine
getirmesi gerekiyor!
Evde değiller çünkü
patronlar evde kalınmasını değil çalışmasını istiyor! Evde
değiller çünkü ücretli izin hakları yok! Evde değiller çünkü
sendikalı olmak isteyeni işten attılar ve hakkını savunacak bir
sendikası yok!
Evde değil çünkü
sendikalar hakları söke söke almak yerine patronlardan rica ediyor
ve tabi ki patronlar ricadan anlamıyor!
Evde değil çünkü Soma
katliamında bir maden işçisinin “yerin altında ölüm bir
ihtimal, yerin üstündeyse açlık var ve açlık kesin!” dediği
gibi emekçiler çalışırsa hastalanmak bir ihtimal ama çalışmaz
evde kalırsa açlıktan ölme durumu var!
Evde değil çünkü 6 ay
dolmadan patronlar çıkış gösterdiği için iktidarın
yağmaladığı işsizlik sigortasından asla faydalanmıyorlar!
Evde değil çünkü
zincirlerinden başka kaybedeceği hiçbir birikimi, hiçbir
güvencesi söz konusu değil.
Sokağa çıkma yasağının
özgürlük mü değil mi, tedbir mi değil mi tartışması
gerçekler karşısında meleklerin cinsiyetini tartışmaktan başka
bir karşılığı yoktur. Emekçilere dayatılan gerçekler evde
kalmamak, salgında tek silahı olan virüse “yakalanmamak”,
teşhis ve tedaviye kadar her aşamada sağlık hizmetlerinden mahrum
kalmaktır. Mücadele edilmesi ve tartışılması gereken de budur.
Sistemle ve gericilikle hesaplaşma ve keskin karşıtlık bu eksene
oturmalıdır. Virüsle mücadele ederken, onun salgın hale
gelmesini sağlayanın Emperyalist-kapitalist sistem ve gerici egemen
sınıflar olduğunu unutmayacağız. Bu anlamda virüse karşı
azami düzeyde tedbirimizi aldığımız ve yaşamı sürdürdüğümüz
her yer mücadele alanı olmak zorundadır. Evde, sokakta, fabrikada,
tarlada, tüm çalışma alanlarında, hastanede, yolda, otobüste,
arabada, sanal dünyada nerde ve nasıl duruyorsak kesin ve net bir
karşıtlıkla ve çelişkilerin keskinleşmesini sağlayarak kavgaya
tutuşmamız gerekmektedir. Bu bakış açısı ve perspektif bizim
gerçek sorunları gündemde tutmamızı, mücadeleyi her yerde ve
durumda geliştirme ve keskinleştirme kararlılığımızı
büyütecektir. Kavramamız gereken mücadeleyi büyütmek,
keskinleştirmek için koşullar olabildiğince uygundur. Geniş
kesimlerin tüm dikkati ve algısı açıktır. Sistemle olan
çelişkileri keskindir, öfkesi güçlüdür. Devrimci çalışmaya
ve müdahaleye ilgisi dünden daha gelişkindir. Bu sistem
karşıtlığının gelişmesi, büyümesinin zeminini yaratmaktadır.
Komünist ve devrimcilerin politik sorumluluğu bunu sürüklemek ve
önderlik etmek olmalıdır.
Emperyalist-Kapitalist
Krizin Korona İle Dansı!
- Corona virüsü salgını emperyalist-kapitalist sistemin devrevi krizinin tam göbeğinde ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin periyodik krizleri hakkında Marks’ın belirlemesi 10 yılda bir tekrarlanan krizler olarak gerçekleştiği yönündeydi. Engels 1890’larda bu sürenin daha da kısaldığını söyler. Emperyalizm döneminde periyotlar hakkında Mao yoldaş Marks’ın belirttiği peryodun artık yarı yarıya düştüğünü belirtir. Üretimin yoğunlaşması ve sermayenin merkezileşmesine paralel olarak bu sürenin daha da kısaldığı yönünde bir ortaklaşma bulunmaktadır. Son 30 yıla bakıldığında bölgesel ama tamamen emperyalist sermayeyle ilişkili ve dört yılda bir gerçekleşen krizler görmekteyiz. Emperyalizmin şu an yaşadığı kriz ise bir benzerine rastlanmayan boyutta bir krizdir. Aşırı düzeyde birikmiş sermaye, yine üretim anarşisinden kaynaklı yığılmış meta emperyalist tekeller için bir süredir 2008’den sonra bunu aşacak bir finansal ve üretim krizi sinyali vermekteydi. Tüm iktisatçıların bir süredir emperyalizmin merkezi düzeyde bir kriz içine gireceği beklentisi söz konusuydu. Corona virüsü vesilesiyle emperyalist sistemin ekonomik krizi yeni boyut kazanmış durumdadır. Dünya genelinde ekonomik yaşam ciddi oranda durmuş, ABD resesyon ilan etmiştir. 2008 krizinde görülen tüm belirtiler, alınan mali tedbirlerin benzeri “salgın gerekçesiyle” hayata geçmektedir. Kapitalizmin üretim ve ekonomik yaşamını bu virüs salgının akamate uğratmayacağı, insan sağlığının kapitalist üretimin ihtiyaçları karşısında bir önemi olmadığı açıktır. Emperyalist devletler 2008 krizinde oluşan mali delikleri kapatmak için yaptığı gibi şimdide piyasaya trilyon dolarlar pompalamaktadır. Şimdiden salgının yarattığı krize karşı 4 trilyon doların piyasaya sürülmesi, tedbir adı altında karar altına alınmıştır. Bu tarz krizlerde tipik hale gelen küçük ve orta ölçekli işletmelerin ilk tahribatı yaşaması, salgına karşı alınan tedbirlerle gerçekleşmiştir. Alınan tedbirlerle milyonlarca insan fiilen işsiz kalmış durumdadır. Yine işçi kıyımları henüz virüs salgını gündemdeyken başlamıştır bile.
Bu krizin sadece Korona
virüsünden kaynaklı olmadığı açıktır. Emperyalist kapitalist
sistemin kapısını zorlayan kriz Korona virüsü tarafından sonuna
kadar açılmıştır. Bir yandan “halk sağlığı” gibi oldukça
hassas bir mesele üzerinden “ekonominin durduğu, krizin büyük
olduğu” propagandası yapılırken, diğer yandan emekçiler,
küçük ve orta işletmeler emperyalist sermaye kaynaklı finansal
krizin cenderesi altına alınmıştır. Büyük çaplı batıklar,
üretim alanının daralması, işçi kıyımları, piyasanın sıcak
paraya boğulması ve sermayenin realize edilmesi gibi gelişmeler
yaşanmaya başlanmıştır. Halk içinde yaratılan paniğin bilerek
ve kasten köpürtülmesi, biçimlendirilmesi ve bir yönetme
biçimine dönüştürülmesi yaşanmaktadır. Ortaya çıkacak
faturanın bu salgınla halka fatura edilmesi için tüm
politik-ideolojik-psikolojik koşullar örgütlenmektedir. Şimdiden
halka krizin “hep birlikte göğüslenmesi” gerektiğine dair
propaganda yapılmaktadır. Bu krizin işsizler ordusu, sosyal
hakların kısıtlanması, ücretlerin tırpanlanması, esnek
üretimin daha fazla yaygınlaştırılması, küçük-orta
işletmelerin iflası gibi sonuçları Korona’nın çizdiği bir
kader olarak yazılması bugünden görünen bir gerçektir. Her
krizin aynı zamanda egemenleri halkın politik-ekonomik hak
taleplerine karşı daha saldırgan hale gelmesini ve tahammülsüz
olmasını getirmektedir ve yine öyle olacaktır.
Emperyalist-kapitalist sistem ve faşizm krizin faturasının halka
kesilmesine karşı gösterilecek reaksiyonda Korona virüsünü
psikolojik bir savaş aracına çevirmesi kaçınılmazdır. Bu halk
kitlelerinin sindirilmesi ve krizi sessiz sedasız kabullenmesi
açısından kullanılacak bir araç olacaktır. Yine bu süreçte
tekeller arası rekabetin kızışması ve büyük çaplı bir birini
yutmaya çalışacak hamleler de söz konusu olacaktır. Emperyalist
güçler arası çelişkinin bu bağlamda keskinleşmesi ve büyümesi
beklenmesi gereken sonuçlardan birisidir. Virüs salgınının
kontrol altına alınması ve bir adım sonraki normalleşme adımları
emperyalist-kapitalist sistemin krizinin işçi sınıfına,
emekçilere, ezilen uluslara yumuşak ya da sert tedbirlerle fatura
edilmesi olacaktır. Salgınla başlayan sürecin kitlelere
yansıyan en belirgin yönü işsizlik, hak kaybı, örgütsüzleştirme
vb.dir ve bu derinleşerek ve büyüyerek yeni bir “salgın”
halini alacaktır.
Kriz, Fırsat,
Fırsatçılık Ve Emperyalizmin Kazılan Mezarı!
- Kriz emperyalist-kapitalist sistem için hem bir fırsat hem de büyük bir sorun ve açmaz demektir. Bu emperyalist güçler arasındaki ve her ülkenin egemen sınıfları arasındaki ilişkilerde çelişkilerin derinleşmesi, kökleşmesi anlamına gelecektir. Şimdiden bu krizden avantaj devşirmeye çalışan acımasız bir mücadele söz konusudur. Ortaya çıkan salgından en avantajlı çıkma mücadelesi rekabeti kızıştırarak ve keskinleştirerek büyümektedir. Emperyalist blokların kendi içlerinde bir süredir yaşadıkları politik kriz ve denge değişimi arayışını bu süreç körükleyecektir. Görece uyumla ve belli bir noktaya taşınan gerginliklerin geçici uzlaşmalarla “ürettiği çözümlerin” olanaklarının daralması söz konusu olacaktır. ABD, AB ve Japon emperyalistlerinin sorunlu giden ittifakları, sorgulanan güç dengeleri ve ilişkileri yaşanan salgınla ve onun yarattığı krizle birlikte daha fazla bunalımlı hale gelecektir. Emperyalist kredi kuruluşları ve mali örgütlenmeleri şimdiden büyüme tahminlerini revize etmiş, tüm sistemin resesyon yaşamasının kaçınılmaz olduğunu ilan etmiştir. Böylesi bir durum emperyalistleri dayanışmaya değil çatışmaya daha fazla sürükleyecektir. Pazar alanlarına hakimiyet, ittifak güçler dengesinin daha fazla sorgulanması ve ilişkilerin çatırdaması eğilimi ivme kazanacaktır. Bu durum daha tahammülsüz ilişkileri, kendi çıkarlarının gerçekleşmesine daha güçlü odaklanmayı getirecektir. Emperyalist bloklar arasındaki rekabet ve savaşım ise daha fazla keskinleşecektir. Özellikle Rusya’nın ve Çin’in daha güçlü bir yakınlaşma içine gireceği ve Batı blokuna karşı Pazar alanlarını genişletmeye yönelik hamlelerine ivme katacağı açıktır. Özellikle bugün yaşanan krizin Çin merkezli çıkması ve hızla Avrupa merkezli hale gelmesi ve şimdi bunun ABD’nin merkez haline gelme eğilimi kazanması krizden de en fazla zarar görecek güçlere işaret etmektedir. AB ve ABD’nin krizin göbeğinde yer alma durumuna düşmesi aynı zamanda daha fazla zarar görmesine yol açacaktır. Bu durum bu güçleri zararı daha saldırgan politikalarla telafi etmeye itecektir. Bu daha az taviz, daha saldırgan bir ekonomik ve politik yönelime onları sokacaktır. Emperyalizm için böylesi krizler, yeni denge arayışları, oluşmuş tarihsel ittifakların daha fazla sorgulanması ile çakıştığında pazularını daha fazla öne çıkarmaya mahkumiyet demektir. Bu daha saldırgan bir askeri yönelimi pazarlarında daha kıskanç olma, rakiplerini daha güçlü sindirme, halklara daha fazla kan ve gözyaşı olarak dönecektir. Rusya ve Çin ise daha güçlü yakınlaşma eğilimi ile politik-askeri güç (Rusya) ve ekonomik gücün (Çin) senkronizasyonunu bir önceki sürece göre ileri düzeye taşımaya götürecektir. Hiç kuşkusuz bu güçlerin bu krizi daha iştahlı bir yönelimle pazar alanlarını pekiştirme yeni pazar alanları için ekonomik-politik-askeri zemin hazırlama çabasına daha fazla sokacaktır. Emperyalist güçlerin bu süreçte krize karşı dayanışma içinde olmaması bir yana geçmişte duyduğumuz “küresel soruna karşı küresel dayanışma” gibi argümanlarının açık şekilde literatürlerinden çıkarılması gerçekliği dikkat çekmektedir. Kuşkusuz çelişkilerin keskinliği tutumda, dilde, diplomatik ilişkilerde yansımasını gösterecektir. Önümüzdeki süreç Ortadoğu’dan Afrika’ya ve Balkanlar’a, Doğu Avrupa’dan Latin Amerika’ya ve Uzak Asya’ya kadar tüm dünyayı kuşatacak ekonomik-politik-askeri mücadelenin ve çatışmaların tırmanacağının habercisidir. Emperyalistler arasındaki çelişkinin derinleşmesi ve rekabet daha fazla savaş, daha fazla kan ve gözyaşının habercisidir. Savaş makinaları daha tetikte ve daha fazla geliştirilecektir. Halkın sağlığı için harcanmayan paralar kanlı sermayenin beslenmesi için seferber olacaktır. Ezilen uluslara ve emekçi halklara yönelik saldırılar daha fazla ivme kazanacaktır. Bağımlı yarı-sömürge ülkelerin kesin ve kararlı şekilde saflaşması için emperyalistlerin ekonomik-politik-askeri enstrümanları daha işlevli hale gelecektir. Bütün ülkelerde egemen sınıflar arası çelişkiler emperyalistler arası çelişkiye paralel daha fazla derinleşecek, bu ülkelerde ekonomik ve politik krizler daha sarsıcı ve derin yaşanacaktır.
Faşist diktatörlük ise uzun
zamandır yaşadığı politik krizine son birkaç yıldır eklenen
ekonomik krizle boğuşmaktadır. Bunun yanında bilhassa bölgede
izlediği askeri saldırgan politikası ile olası bir bölgesel ya
da devletler arası savaşta koç başı durumuna gelmiştir. Var
olan politik-askeri çizgisinin büyük krizler karşısında en
güçlü şekilde etkilenme yapısı söz konusudur. Bölgesel
ölçekte izlediği saldırganlık politikası faşist diktatörlüğün
kendini emperyalist güçlere daha fazla mahkum kıldığı aynı
zamanda tüm politik ve ekonomik risklere karşı kırılgan hale
geldiği koşullara işaret etmektedir. Dünya ölçeğinde yaşanan
bugünki krizde sağlık sistemi, salgına karşı geliştirdiği
tedbir anlayışı, güçsüz ve yetersiz ekonomik yapısı, var olan
politik konumlanışı, izlediği askeri çizgi ile bu süreçte
fazlasıyla etkilenme potansiyelini bağrında taşımaktadır. Hem
salgınla mücadelede hemde salgının doğuracağı sonuçlarla
mücadele ile Türk hakim sınıflarının baş etme kabiliyeti,
donanımı ve tutumu söz konusu değildir. Alınan ilk tedbirler
gelişmeleri anlamaktan, sorunun boyutunu kavramaktan ne kadar uzak
olduklarını göstermektedir. Özellikle emperyalizme bağımlılık
ilişkileri, bu güçler arasındaki ilişkilerde ve bu güçlerin
yaşadığı krizde etkilenme boyutunu köklü ve derin kılmaktadır.
Yaşanan krizin ilk yansımaları müteahhitlik ekonomisi olarak
ifade edilen ve adeta borç batağına saplanmış yapısının derin
bir krizle sarsılma emareleri vermektedir. Bu sarsıntının
ilerleyen süreçte daha da büyümesi öngörülmektedir. Bu hali
hazırda yaşanan yönetme sorununa daha güçlü ve esaslı bir
halka eklenmesini, kızışan ve tırmanarak büyüyen egemen klikler
arası mücadelenin daha da gelişmesini kaçınılmaz kılmaktadır.
Böylesi süreçlerde faşist diktatörlüğün ekonomik krizden çok
daha boyutlu olarak politik kriz girdabına girdiği, sistemi idame
ve ikame ettirmede, kitleleri yönetmede ciddi sorunlarla boğuşmak
zorunda olması durumu yaşanmaktadır. Yeni ve daha güçlü politik
krizlerin, önemli ve ciddi değişimlerin kapıya dayanması
anlamına geleceği açıktır. Türk hakim sınıflarının yönetim
biçimi, dış politikası gibi sürecin merkezine oturan yönelimleri
bu krizli yapıda hiç kuşkusuz her türlü değişim arayışına
yada bunların boyutlanarak yeni bir evreye geçmesinin koşulları
oluşacaktır. Türk devletinin bu iki eğilimden birine geçerken
krizinin büyük sarsıntılara gebe olacağı, geniş kitlelerin
öfke ve nefretinin daha fazla güçlenmesi söz konusu olacaktır.
Krizin Faturasının
Dağıtımında Emekçilerin Kapısını Çalan Postacı Korona mı
Olacak!
- Kitlelerin hayat şartları, yaşam koşulları bugün düne göre daha fazla ağırlaşmış yarına göre ise daha aranır hale gelecektir. Yani kitleler için geleceğe yönelik umutlar kararmış durumdadır. Aynı durum kitlelerin düzenle olan çelişkileri için de geçerlidir. Yani bugün düne göre çelişkileri daha keskindir yarına göre ise daha hafiftir. Var olan krizin işçi ve emekçi sınıflara işsizlik, yoksulluk, hakların tırpanlanması olarak geri döneceğinde herkes hem fikirdir. Bunun yanında sistemin yaşadığı ve daha da katlanarak büyüyecek politik-ekonomik krizi ezilen halk yığınlarında derin, köklü ve kapsamlı bir güvensizlik, sorgulama ve ciddi kopuşları ve yeni arayışları getirecektir. Mücadele istek ve azminin artacağı, sisteme olan öfkesinin derinleşeceği süreç yaşanmaktadır, yaşanmaya devam edecektir. Bu devrim için objektif şartların daha elverişli olması anlamına gelmektedir. Kitlelerin devrimci temelde çağrıya daha fazla kulak kabartması, değişim istek ve mücadelesine sempatisinin daha güçlü hale gelmesi durumu yaşanmaktadır. Her kopuş aynı zamanda başka bir bağlanma isteğine işarettir. Oluşacak kopuşta yaşanacak boşluğu hiç kuşkusuz sistem ve sitemin uzantıları alternatiflerle doldurmaya çalışacaktır. Zira egemenler için bırakılan her boşluk başlarına bela açılma potansiyelinin büyümesi demektir. Buna tüm güçleriyle karşı duracakları, tüm olanaklarıyla seferber olacakları, yeni temsilcilerle ve alternatiflerle sürece kendi lehlerine soluk katma çalışmaları eksik olmayacaktır. Sistemlerinin devamı için kitleler bir yandan faşist-feodal sopa, baskı araçlarıyla sindirilmeye diğer yandan şovenizm başta olmak üzere manipülasyona dayalı her türlü araçla kıskaç altına alınmaya çalışılacaktır. Özellikle Kürt düşmanlığının ve Kürt hareketine yönelik saldırıların bu süreçte kökleşmesi, derinleşmesi politikası ivme kaybetmeyecektir.
- Bu kriz ve yarattığı çelişkiler sınıf mücadelesinde ciddi bir hareket yaratma potansiyeli taşımaktadır. Bu hareketin hangi biçime, ne düzeyde bir karşıtlığa, ne türden toplumsal patlamalara döneceğini kestirmek oldukça güçtür. Ancak lokal düzeyde ve geneli kapsayacak şekilde emperyalist kapitalist sistemin yarattığı sonuçlara yönelik kitlelerin daha talepkar ve daha radikal bir hareket tarzına yönelmesi durumu söz konusu olacaktır. Yaşanan kriz aynı zamanda stres, gerginlik üreten yaşamsal sorunlar ve yaşamsal ihtiyaçlardan mahrumiyeti de içermektedir. Sadece ekonomik yaşama değil, sosyal, sanatsal, sportif, eğitsel, kültürel, iletişim, dolaşım, dinlenme dahil her parçaya etki eden, krize sokan özelliklere sahiptir. Bu durumun yaratacağı ekonomik sorunlara ilave olarak insanın sosyal bir varlık olmasından gelen ihtiyaçlarına da ciddi sınırlamalar, mahrumiyet yaratmaktadır. Böylesi boyutlu çok yönlü bir krizin birikimi, yoğunlaşması söz konusudur. Bu durum kitlelerin öfke ve tepkisine yönelik çarpan etkisi yaratacak sınırlamalar olarak görülmelidir. Bunun sonuçları ise oldukça geniş bir toplumsal kesimin harekete geçme, reaksiyon geliştirme, değişim isteminde daha kararlı olma hali anlamına gelecektir.
- Yaşanan krizin kuşkusuz var olan düzeyde bir gündem olma hali, yaygınlığı ve sürme durumu olmayacaktır. ancak bu düzeyde bir salgının üretim, siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal, sportif faaliyetlerde semptomları bir süre daha devam edecektir. Öncelikli gereksinimler ve ihtiyaçlar emekçiler için ekonomik olacaktır. Yoksulluk ve yoklukla mücadele temel gündemi olacaktır. Yaşamsal geçinimleri edinme ve elde etme mücadelesi her zamankinden daha fazla ve daha kitlesel bir karakter kazanacaktır. Bu tablonun devrimci, demokrat kesimler ve komünistlerin önüne çıkardığı yeni görevler, yeni konumlanışlar ve daha güçlü hazırlıkları ve politika üretme biçimlerini dayatacaktır.
Devrimci, Demokrat Ve
Komünistlere Düşen Sorumluluk
Birincisi,
bu kriz nedeniyle alınan tedbirler ve geniş kitlelerin sürüklendiği
panik hali devrimci-demokratik faaliyette yansımasını bulacaktır.
Kitlelerin çelişkisi derinleşip büyürken onların hareket alanı
ve yaşamsal korku ve endişeleri büyümektedir. Bu durum sınıf
mücadelesinin araçlarını ve hareket alanını sınırlayan,
bildik biçimlerde örgütlenme, bir araya gelme ve tepkilerini ifade
etmeye dair sorunların oluşmasını getirecektir. Bu bağlamda
devrimci ve komünistlerin ilk sorumluluğu kitlelerin endişe, kaygı
ve panik havasına bürünen yapısını en yakın halkadan en geniş
kamuoyuna kadar yönetmeyi sağlamaya yönelik çaba içine
girmesidir. Meseleye hakim olma, çelişkinin temel yönünü açığa
çıkarma ve bunu duyarlı ve meseleye odaklanmış geniş kesimlere
anlatmanın yolunu bulmalıdır. bu paniğin ve korkunun kalıcı
olmayacağı, birikmiş enerjiyle öfke patlamalarına dönme
potansiyelini biriktireceği unutulmamalıdır. Bu eksende biriken
öfkeyi teskin eden değil keskinleştiren, güçlü bir politik
yapıya büründüren çalışmalar önemlidir. Bu eksende sorunu her
türlü iletişim aracıyla geniş kesimlere anlatmak önemlidir.
İkincisi,
üretim ve egemenlerin ihtiyacı için yasaklanmayan ancak tüm diğer
siyasal faaliyetler için yasaklanan sokaklar devrimci ve
komünistlerin kesin ve kararlı şekilde çalışma alanına
dönüşmelidir. Uygun araçlar ve yöntemlerle bilhassa ajitasyon ve
propaganda çalışmaları sokaklarda bir hareketlilik yaratmalıdır.
Örgütlü bünyenin bu çalışmaları sağlık koşullarını
yaratarak, güvenliğini sağlayarak gerçekleştirmesi özellikle
kitleleri kuşatan korku ve panik ikliminden uzaklaşmaya, devrimci
faaliyetin her durumda sürdürülme iradesine yönelik güvene
dönüştürmelidir.
Üçüncüsü,
kitlelerin sadece virüsle mücadeleye ve tedbire odaklanan tek yanlı
yaklaşımlarına karşı bıkmadan usanmadan ve sürekli şekilde
sistem teşhiri yapılmalıdır. Sorunun kaynağı her durumda
kitlelere anımsatılmalıdır. Bunun için hali hazırda herkesin
elinde olan iletişim araçları, teknolojik aletler etkin şekilde
kullanılmalıdır.
Dördüncüsü,
bu süreç aynı zamanda doğal bir artık zaman yaratmaktadır. Bu
artık zamanın hem kitleler için hem de örgütlü yapı için en
verimli hale gelmesi sağlanmalıdır. Küçük ve dar gruplar ve
bireysel temelde yaygın eğitim çalışmaları uygulanmalıdır.
Egemen sınıflar oluşan artık zamanı kullanımda kitlelere kendi
sisteminin parçası olacak eğitim, donanıma yönlendirmektedir. Bu
eksende devrimci, demokratik ve komünist güçler de hem içinden
geçtiğimiz süreci hem geçmiş faaliyetlerini incelemeye tabi
tutmalı önümüzdeki sürece yönelik neler yapılacağına dair
çalışmaları planlamaya girişmelidir. Politik-teorik çalışmalar
sürecin önemli çalışma ayaklarından biri olarak görülmelidir.
Bunların her birinin sınıf mücadelesi ve örgütsel çalışmayı
besleyecek şekilde kolektif ruh birliğiyle yapılması
gerekmektedir.
Beşincisi, yaşanan
krizin büyüklüğüne yönelik tam bir örgütsel hazırlık içinde
olunmalıdır. Özellikle oluşan bu tablonun devrimci mücadeleye ve
özelde de kitlelerin şiddet araçlarıyla mücadeleye daha yatkın
olacağı bir ideolojik-politik iklim yaratacaktır. Bunun üzerinde
ciddiyetle durulmalıdır. Dünya ölçeğinde zayıf ve yetersiz
olan komünist hareketin bu süreçte mücadele perspektifine ve
mücadele araçlarına yönelik ilgi ve alakanın artacağını
öngörebiliriz. Dünya ölçeğinde daha radikal devrimci
mücadelelerin geliştirilmesine, bizim gibi ülkelerde ise Halk
Savaşı’nın büyümesine hizmet edecektir. Komünistlerin savaş
çizgisinin daha fazla yetkinleşmesine, karşılık bulmasına
toplumsal koşullar ve çelişkiler uygun hale gelmektedir. Zira Halk
Savaşı çizgisi sistemle ezilenler arasındaki tarihsel, politik
çelişkinin çözümüne, sınıf karşıtlığının
keskinleştirmesine dayalı bir savaş çizgisidir. Bunun geniş
kitlelere anlatılması, propaganda edilmesi, sorunların çözümünde
nasıl bir güç olacağı yaygın şekilde anlatılmalıdır.
Altıncısı, bu
süreç sınıfsal perspektiften, sınıfların tarihsel
yaklaşımından sorun karşısında ideolojik konumunu pekiştirme
ya da test etme sürecidir. Emperyalist kapitalist sitem ve gerici
sınıflar sistemlerinin kalıcı ve devamlı bir yapıya sahip
olduğu idealizmiyle, kitlelerin yıkıcı ve yapıcı rolünü ve
gücünü açık şekilde küçümsemektedir. Bu onların zayıf
karnı durumundadır. Aynı zamanda Mao yoldaşın deyimiyle
“Kağıttan Kaplan” olma gerçeklikleridir. Proletarya ve onun
örgütlenmiş öncü gücü olan Komünist Partisi de meseleye
tarihsel perspektifinden ve proletaryanın sınıfsal çıkarlarından
soruna karşı tutum almak zorundadır. Ülkemizde Proletarya
Partisi, gerçekleştirdiği Kongrede proleter devrimciliği, militan
proleter devrimciliği kuşanma ve sorunlar karşısında bu militan
kimlikle konumlanış almayı zorunlu bir yönelim, doğru bir
komünist kimlik inşası olarak ortaya koymuştur. Tam da bu süreçte
böylesi büyük çaplı krizde proleter devrimci kimlik
kuşanılmalıdır. Meseleye sadece itiraz eden, sonuçlarıyla
uğraşan, iktidar perspektifinden koparan bir yaklaşımı değil
askerileşmiş, iktidarın namlunun ucunda olduğu gerçeğine göre
çelişkiler karşısında konumlanmış bir duruş ve tutum içinde
olunmalıdır. Yaşam tarzımızı, sınırlanan koşulların
aşılmasını, var olanı en üretken kılmayı, soruna
tarihsel-diyalektik perspektiften bakarak çelişkilerin derinleşip
keskinleştirilmesini sağlayacak militan bir duruş ve tutum
geliştirilmelidir. Askeri-politik çizginin yaratıcı şekilde
hayata geçmesinin zorlayıcısı, basitten karmaşığa uygulayıcısı
olma yoluna girmeliyiz. Daha disiplinli ve yaşamını devrimci
mücadeleye ve devrimin ihtiyaçlarına göre şekillendiren bir
ideolojik gözden geçirme ve buna göre konumlanmanın
hesaplaşmasını daha etkin hayata geçirelim. Örgütlülüklerin
yaratıcı bir şekilde çalışmasını sağlamak, örgüt
mekanizmasının işleyen bir makine gibi devam etmesini zorlamak bu
süreçte edineceğimiz kültür, yetersizliklerimize vereceğimiz
biçim olarak görülmelidir. Bu duruş dayatılana mahkum olmamak,
ilkelerini ve varoluş biçimini en yaratıcı şekilde uygulama
iddiasında olma meselesidir. Bu iddia unutulmamalıdır ki iktidara
aday olan ve dünyayı zapt etmeye çalışan proletaryanın tarihsel
tutumundan beslenen ideolojik bir besin olacaktır.
Yedincisi, halkın
sorunları, onların endişe ve kaygılarına karşı onlarla
birlikte çözüm üreten, halk kitlelerini değişimin öznesi
haline getirme mücadelesini bu süreçte daha ileri taşımalıyız.
İktidar mücadelesi bilincini kıracak bir dayanışmacılık ruhuna
değil, örgütlülüğü pekiştirecek, kitlelerin örgütlenme ve
sorunun nedenlerine odaklanmasını sağlayacak dayanışma anlayışı
süreçte örgütlenmelidir. Sistemde iyileşme sağlamayı içeren,
kitlelerin sorunları adı altında bu bilinci kıracak politik
ajitasyon ve propaganda komünistlerin işi olmamalıdır.
Komünistler acil talepler ve ihtiyaçlar için mücadele yürütür,
savaşım verir. Ancak verilecek savaşım egemenlerden talepler ve
istemler silsilesi peşinde koşmak, kitlelere bunu propaganda etmek
anlamına gelmez. Ortaya çıkan bu talepler sınırları belli, amaç
ve hedefi devrimi gerçekleştirme olanağı olmayan örgütlenmelerin
sorumluluğundadır. Bu eksende kitlelerin mücadelesi haktır ve
komünistler bunun bir parçasıdır. Ancak komünistlerin savaş ve
mücadele çizgisi yıkmak ve inşa etmek diyalektiği üzerine
kuruludur. Esasta odaklandıkları nokta ise inşa meselesidir. Talep
ve istemlerinde ön plana çıkaracağı, esas alacağı şey inşa
edeceği şey olmalıdır. Bunu unutarak sınıf mücadelesi
araçlarının rolü ve misyonuna dair politik bir kafa karışıklığı,
rolün doğru kavranmaması hali komünistleri ekonomizme, reformizme
ve sınırları belirlenmiş bir sınıf mücadelesi aygıtına
çevirmeye neden olacaktır. Bu eksende sınıf mücadelesinin öncü
gücü ve onun görevleriyle, sınıf mücadelesinin diğer
araçlarının görevlerini doğru ayırt etmek ve bu ikisi
arasındaki ilişkiyi bu süreçte daha net tanımlamak önemlidir.
Zira böylesi karmaşık ve büyük krizin olduğu, acil ihtiyaçların
fazlasıyla ön plana çıktığı koşullar sınıf mücadelesinde
oluşmuş tarihsel rol dağılımının ve misyonların karışmasına,
sınıf mücadelesi örgütlülüklerinin ve araçlarının
ilişkisinin bulanıklaşmasına yol açar. Komünistlerin görevi
acil taleplerin politik iktidar perspektifiyle donatılması,
mücadelenin o karaktere bürünecek bir kavrayışa
ulaştırılmasıdır. Komünistlerin sistemden beklentiler oluşması,
kitlelere bu şekilde ulaşması onun iddia ve sorumluluğunu
aşındıran, reformları devrim görevinin yerine ikame etmeye yol
açan ideolojik bir kaymaya zemin sunacaktır. Komünistler sınıf
mücadelesinin çeşitli örgütlenmelerini ve araçlarını en
yaratıcı şekilde kullanarak kitlelerle kaynaşmak ve onları
politik iktidar mücadelesine seferber etmekle yükümlüdür.
Sonuç Olarak;
Emekçi halkımız! Sistemde
takke düştü kel göründü! Bizlerin yaşamının onların
umurlarında olmadığı onlar için önemli olanın üretimin ne
pahasına olursa olsun devam etmesi, sömürü çarklarının
işlemesi, baskı zulüm ve kölelik dünyasının ne pahasına
olursa olsun devam ettirilmesi olduğu gün gibi ortada! Hafızanızı
diri tutun ve bugünleri unutmayın! Yarın bizler için daha çileli
olacaktır. Bugünü unutmayalım ki yarın bize dayatacakları her
saldırıya karşı öfke ve kinimiz diri, mücadele kararlılığımız
daha büyük olsun. Unutmayın ki hesap sormak o kadar vazgeçilmez
olsun!
Şimdi biz emekçiler
gericiliğe, manipülasyona, yaratılmaya çalışılan korkuya ve
paniğe karşı bilimi,
Rant hırsına karşı halk
sağlığını,
Faşist rejime, yarı-feodal
kuşatmaya ve zincire, emperyalist-kapitalist tahakküme karşı Yeni
Demokratik Devrim’in sorumluğunu omuzlayıp Sosyalizmi ve
Komünizmi gerçekleştirme mücadelesini büyüteceğiz!
No comments:
Post a Comment